Üretmek, kaynakları milli çıkarlarına uygun ve verimli bir şekilde değerlendirmek hemen her ulusun öncelikleri arasında yer almaktadır. Devletlerin kendi ulus geleceğini hazırlamak en önemli görevleridir.
Muasır medeniyet seviyesine çıkmak, zengin bir toplum haline gelmek şansa bağlı değildir. Yer altı ve yerüstü doğal kaynakları bakımından her ne kadar farklılık olsa da, kazanan milletler sürekli gelişmiş ülkeler olarak ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda gelişmekte olan ülkelerin hem kendi doğal kaynaklarını kullanmada, hem de kaynaklarını kullanırken gelişmiş ülkelerin yönlendirmesi ve baskısıyla mücadele zorunluluğu vardır. Burada yabancı sermaye girişlerine dikkat etmek gerekmektedir.
Teknoloji geliştikçe kaynakların değerlendirilmesinde verimlilik artmaktadır. Bununla birlikte yeterli teknolojiye sahip olamayan milletlerin verimli olmasa da sürdürülebilir üretim tekniklerini geliştirmeleri bir zorunluluktur. Aksi takdirde ürettiklerinden elde ettikleri gelirlerin önemli bir kısmını teknoloji transferi için harcamak zorundadırlar. Teknoloji kullanımı elbette rahatlık getirdiği gibi verimliliği de arttırmaktadır. Ancak kaynakların yetmediği yerlerde de teknolojiye ağırlık vermek, gelişimi riske sokan en önemli davranıştır.
Gelişmekte olan ülkeler kaynaklarını kullanmada insan gelişimini ikinci plana atmakta, eğitime yeterli kaynak ayıramamakta ve belli bir süre sonunda ekonomik sıkıntılara düşmektedir. Hele yakın zamanda gösterilerin yoğunlaştığı ülkelerde olduğu gibi gelir ve kaynak paylaşımında da adaleti sağlayamayınca toplumun sıkıntıları daha da artmaktadır. Geri kalmışlığın ve ekonomik sıkıntıların kökeninde devlet yönetimlerinin olduğunu fark etmekte ve isyan etmektedir. Temelde üretken ulus olabilmek, ulusu ve devletini ileri götürmek felsefesi olması gerekirken, bireysellik gelişmekte ve suç devlete yüklenmektedir haklı olarak.
Arabistan yarımadası petrol zenginidir. Araplar petrolden ciddi gelirler elde etmektedir. Ancak, Amerikan firmaları petrolü işlerken Araplardan daha çok kazanmaktadır. Dolayısıyla kaynak zengini ülkelerde dahi insan unsuru geri kalabilmektedir. Yedi sekiz yıldan bu yana devam eden Arap Baharı kavramı içerisinde değerlendirilen olayların kökeninde adaletin zayıf oluşu ve insanların üretimden uzaklaşması yatmaktadır. Üretenin de hakkını adil bir şekilde alamadığı yerde sosyal olaylar başlamakta ve idarenin değişimi istenmektedir. İdare değişse de aslında üretmeyen ülkelerde çok fazla değişimin olacağı söylenemez. Hiç kimsenin elinde sihirli değnek yoktur. Milyonlarca insanı üretimden uzaklaştırdıktan sonra tekrar üretken hale getirmek çok zordur. Dolayısıyla kim gelirse gelsin yapacağı çok fazla bir şey yoktur.
Her ne şekilde olursa olsun, kaynak kullanımı ve yönetimi konusunda başarılı olan ülkeler, vatandaşlarına hayat standartları yüksek bir yaşam ortamı sunabilmektedir. Aksi takdirde sürekli yabancı sermaye ile beslenen, kaynaklarını verimli kullanamayan ülkeler, bir süre sonra birçok gıda ve teknolojik üründe bağımlı hale gelmektedirler.