GIDA KRİZİNİ KÜRESEL ÇATIŞMAYA DÖNÜŞTÜRMEMEK İÇİN!

İnsanoğlunun yerleşimi fiziki koşullar, yiyecek ve içecek gibi doğal kaynaklara bağlı kalmıştır. Yiyecek, içecek ve iş sıkıntılarının, başta göç olmak üzere isyana, hatta savaşlara neden olduğu ve olacağı da bir gerçektir.

Son “Arap Baharı” patlaması çok taze bir anı olarak belleklerde yerini almıştı. Sağda görülen resimden yola çıkılarak örnek verilecek olursa, huzur içinde beslenen lemur gurubuna önce bir, sonra iki, sonra daha da çok fert daha eklendiğinde, oluşacak gerginlik, kargaşa ve kavgayı tasavvur dahi etmek istemeyiz. Azalan su kaynakları, kaçınılmaz küresel ısınma ve diğer birçok kısıtlayıcı nedenlerle, genişleme şansı zaten sınırlı olan dünya tarım alanlarında yapılacak tarımsal üretimin, artacak dünya nüfusunu ileride besleyemeyeceği bir gerçektir. Peki, o zaman insanlık, lemurlar için bile tasavvur etmek istemediğimiz senaryolarla mı baş başa kalacak!

Üretim kaynaklarına kısaca bir göz attığımızda görürüz ki, dünyada her yıl 1,4 milyar hektar alan ekilebilmektedir. Biyoyakıtlara yönlendirilen ekim alanları, gıda üretim alanlarının daralmasına neden olmaktadır. Bu nedenle G20’lerin bir kararı doğrultusunda, bundan böyle biyoyakıt üretimini artırma projelere sıcak bakılmamaktadır. Bu kararlar karşısında özellikle AB’li yatırımcıların “maç esnasında kural değişimi” itirazları yükselmişti (Açıkgöz 2014).

Tarımsal üretimin önemli bir kaynağı “SU” ya baktığımızda, durumun hiç de iç açıcı olmadığı görülür[1]. Peki, şehirleşmeye, erozyona açık, yani genişlemesi beklenmeyen tarım alanlarından, 2050’lerde %70 daha fazla ürün nasıl sağlanabilir? İyimser bir senaryoda[2], yağmur sularının tarımda kullanımı için yapılacak yatırımlarla dünya sulanabilir arazileri %9 artırılarak, söz konusu gıda açığının ¾’ünün (kötümser senaryoda 1/5’i) karşılanabileceğinden söz edilmektedir. Diğer taraftan iklim değişikliği senaryolarında “DÜNYA SU SAVAŞLARI” çoktan gündeme girdi[3]. Mısır, başka ülkelerin Nil nehri debisini değiştirme girişimini savaş nedeni sayacağını ilan etmişti. Fırat-Dicle üzerindeki yatırımlarımızın, komşularca olumsuz karşılandığını hepimiz hatırlarız. GAP yatırımları için gerekli kredilerin sağlanmasındaki zorlukları unutmamalıyız! 1960 yılında Pakistan ve Hindistan arasında imzalanan Indus nehir suyundan ortak yararlanma anlaşmasından sonra, her iki ülkenin atom bombası sahipliğine varan silahlanma yarışları da, her kesimin malumudur (detay!). Himalaya buzullarının erimesi ve son yıllarda düzeni değişen muson yağmurları, kalabalık nüfusa sahip, yöre ülke yöneticilerinin zihinlerini sürekli meşgul edecektir. Kuru tarım alanlarının suya kavuşturulması, teorik olarak çözümlerden biri gibi görünüyorsa da,  unutmamak gerekir ki, bu tip yatırımlar oldukça zor ve pahalıdır. Bu nedenle Türkiye, ekonomik sulanabilir kategorideki

3 milyon hektar kuru tarım alanını, hala 5 milyon hektarlık sulanabilir alanına ekleyememiştir.

Aslında 1960’lardan 2000’li yıllara iki kat artan nüfusu beslemeye yetecek gıda üretimini sağlayan “yeşil devrim”  bu konuda bize yol göstermektedir. Bitki ıslahı ile boyu kısaltılmış, buğday, çeltik gibi bitkilerin gübre-su gereksinimlerinin optimizasyonu ile sağlanan verim artışı örneği ile yola çıkılabilir. Yarınlarda gereksinim duyulacak tarımsal ürünün sağlanmasında verilen ekolojiler ve üretim sistemleri için yüksek verimli genotiplerin ve sonra onlardan maksimum veriminin sağlanacağı agronomik parametrelerin saptanması önde gelen çözüm önerilerinden biridir. Fakat yüzlerce kültür bitkisinin, her ülkede var olan onlarca üretim ekolojisi ve çok sayıda üretim sistemi için gereksinim duyulacak yeni çeşitlerin geliştirilmesi, hiç de kolay değildir. Kaldı ki,  iklim değişikliğinin ve yarının gerektirdiği genotipler tam olarak belirlenememişken, bitki ıslahçılarının işlerinin hiç de kolay olmadığı bir gerçektir. Diğer taraftan tarımsal araştırmalara ayrılan bütçelerde artışlar beklenirken, kısıtlamaların olması düşündürücüdür. Nitekim American Boondoggle’e göre, ABD’de tarımsal araştırmaya, toplam araştırma bütçesinin ancak % 2’si ayrılmaktadır ve bu meblağ da, zaman içersinde azalmaktadır. Durum tüm diğer gelişmiş ülkelerde de farklı değildir.

FAO,  fazla üretim”in %9’unun yeni arazilerden, %14’ünün yeni agronomik uygulamalardan ve %77’sinin ise verim artışından sağlanabileceğini tahmin etmektedir. Dünyanın tek elden tarımsal araştırmalara eğilmesini sağlamak üzere harekete geçen politikacı, bilim adamları ve tüm paydaşlar CGIAR’ı (Consultative Group on International Agricultural Research – Uluslararası Tarımsal Araştırmalar Danışma Merkezi) oluşturulmasına karar vermişlerdir. Bu merkez de, dünya tarımsal olanaklarındaki olası değişiminde gıda üretimini sürdürebilecek sistem arayışını gerçekleştirmek üzere, üç ana başlığa odaklanmıştır:
•    Tarım sistemlerinin yeni teknoloji ve politikalara adaptasyonu;
•    Potansiyel üretim ortamlarına, abiyotik (kuraklık vs.) ve biyotik (hastalık vs.) koşullara uygun yeni genotiplerin geliştirilmesi;
•    Amaca yönelik gen kaynaklarının belirlenmesi, korunması ve sürdürülmesi
Buradan, yarınların beklediği tarımsal ürünü verecek genotipleri geliştirmek için, çok sayıda uzman araştırma elemanına gereksinimi olacaktır. Memnuniyetle belirtmek gerekir ki söz konusu kadrolar üniversitelerde mevcuttur. Maalesef bu kadrolar, gelişmekte olan ülkelerde (bizde olduğu gibi) yarının gıdaları için araştırma yapmak üzere yönlendirememişlerdir. Ne var ki bu adımı biz ne YÖK, ne Tarım Bakanlığından ve ne de siyasi partilerden bekleyebiliriz. Tarım paydaşlarının bu konuda ilk adımı atacakları beklenmektedir. Fakat önce,  farkındalığın yaratılması gerekmektedir. Bu işin de, oluşumunu sevinçle öğrendiğim “TARIM GIDA YAZARLARI VE GAZETECİLERİ DERNEĞİ”nin (TAGYAD) öncelikli projeleri arasına girmesi ile gerçekleşebilecektir.

 

  • Site Yorumlarý
  • Facebook Yorumlarý Facebook Yorumlarý
Yeni yorum yaz
Henüz bir yorum yazýlmadý. Ýlk yazan siz olabilirsiniz.