Türk tarımının en zor dönemi 2. Dünya Savaşı yıllarıdır.
1940'lı yıllarda 2. Dünya Savaşı'nın da olumsuz etkileri sonucunda tarımsal üretim hızla düşerken, başta devlet stokçuluk yapmaktaydı.
Tarımsal üretime dayalı mamul fiyatları, denetimlere rağmen sürekli artış göstermiş, savaşa katılmamış bir Türkiye'nin bu dönemde üretimini artıramamış olması düşündürücüdür. Bu dönemde iktidardaki hükümetler tarımsal mamul fiyatlarındaki artışı azaltmaya çalışmış ,ancak üretim artırma yolu tercih edilmediği gibi yasaklama ve karne metotları ile iç tüketim azaltılmaya çalışılmıştır.
2. Dünya savaşının sona ermesi ile beraber,1945 yılında Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu'nu çıkararak toprağı bulunmayan çiftçilerin topraklandırılmasını amaçlamıştır. Ancak bunda da başarılı olunamamıştır.
1950'li yıllara gelindiğinde ise, farklı bir anlayışla tarıma yaklaşan ve bu alanda pek çok başarıları bulunanan DP iktidarı deöneminde tarımsal işgücünün kırsal kesimden kentlere doğru kaymaya başladığını görmekteyiz.
1945'de başlayan toprak reformundan beklenilen başarıya ulaşılamadığı görülmüştür.
1960'lı yıllardan sonra ise 5 yıllık kalkınma planları hazırlanarak, tarım ile ilgili faaliyetleri destekleyici bazı politikalar benimsenmiştir. Bunda da gözle görülür başarılar elde edilmesine rağmen tarım sektörünün gerçek sahibi olan çiftçiler gerçek anlamda refaha ulaşamamışlardır.
Kalkınma planlarının hazırlanması ile birlikte tarım sektöründeki üretim artışı az da olsa hızlanmış fakat uygulanan tarımsal politikalar, tarımsal hedefleri tutturma konusunda başarılı olamamıştır.
2000'li yıllara gelindiğinde ise Uluslararası Para Fonu (IMF) ile imzalanan anlaşmalar çerçevesinde izlenen tarımsal politikalarda önemli değişikliklere gidilmiştir.
Uygulanmakta olan mevcut destekleme politikalarından vazgeçilerek, Dünya Bankası'nın önerdiği, küçük üreticiyi hedef alan araziye dayalı "Doğrudan Gelir Desteği Sistemi"ne geçilmesi, Hububat, tütün ve şeker pancarı fiyatlarının dünya fiyatları ile uyumlu hale getirilmesi ve zaman içinde destekleme alımlarının kaldırılması,Türk çiftçisinin zararına olmasına rağmen dış ekonomik güçlerin baskıları TC Devletinin bu yönde politikaları uygulamasını zorunlu kılmıştır.
Bu dönemde hükümetin çiftçilere verdiği kredi sübvansiyonunun aşamalı olarak kaldırılması,Türkiye Sınai Kalkınma Bankası (TSKB) ve Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası (TCZB)'nin yeniden yapılandırılması, Türkiye Zirai Donatım Kurumu (TZDK), İstanbul Gübre Sanayi A.Ş. (İGSAŞ), Türkiye Gübre Sanayi A.Ş. (TÜGSAŞ), Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. (TŞFAŞ), Çaykur ve Tekel'in özelleştirilmesi olarak sıralanabilir.
Uluslararası Para Fonu ile yapılan anlaşmalar çerçevesinde alınan kararlarda çiftçilere verilen ekonomik destek önemli ölçüde sınırlandırılmıştır. Bununla birlikte, Türkiye'de yetiştirilen tarımsal mamullere ilişkin maliyetlerin, dünya tarımsal üretim maliyetleri ile karşılaştırıldığında, ciddi fiyat farklılıklarının ortaya çıktığı görülmektedir. Bu farklılıkların başlıca nedenleri; Türkiye'nin tarım ile ilgili alt yapı sorunları, girdi fiyatlarının yüksekliği, ortalama işletme büyüklüklerinin küçük olması, nadas zorunluluğu, sulama olanaklarının yetersizliği, sınırlı teknoloji kullanımı, gübre, tohum ve tarımsal ilaç fiyatlarının yüksekliğidir. Bu nedenler ile yerel fiyatlar, dünya fiyatlarının çok üzerine çıkmakta, tarımsal üretimi destekleme fiyatları da yetersiz kalmaktadır. Yaşanan bu olumsuz durumlar, ülkemizde faaliyet gösteren tarım üreticilerini tarımsal üretimden vazgeçmeye yöneltmektedir
Tarım sektörünün Türkiye'de milli gelirin oluşumundaki nispi payı yıllar itibari ile geriliyor olmasına rağmen, sanayi sektörüne sağladığı girdi, genel istihdam, dış ticarete katkısı ve hizmet sektörü için yarattığı etki dikkate alındığında, Türkiye ekonomisindeki yeri ve önemi büyüktür.