Yeşil Devrim, 1960 yılından sonra başlayan ve dünya tarımında yüksek tane verimini amaçlayan tarımsal üretim biçiminin değişmesi sürecini ifade etmektedir. Yüksek tane verimine karşılık, tartışmalı bir biçimde tarımsal üretim girdilerinin artması ile sonuçlanan bu süreçte, geleneksel tarım yöntemleri dışlanmış ve melez ya da genetiği değiştirilmiş tohumlarla elde edilen bitkilerin üretimini destekleyen bir süreçtir.
Yeşil devrim süreci tarımsal girdiler olan toprak (tarımsal üretim alanı), bitki besleme girdileri (başta gübreler olmak üzere) ve su gibi tarımsal girdileri hayli artırmıştır. Tarımsal girdilerin bu denli artırılması ve sonuçta üretimin ne denli veriminin arttığı, geleneksel tarım yöntemlerinin dışlanması ve tarımın küresel ticarete endekslenmesi ile yerel üretim sistemlerinin yeşil devrim süreciyle yok edilmesi gibi ögelerin her biri yeşil devrim sürecinin tartışma konularıdır. Ancak burada bir tarımsal girdi olan suyun yeşil devrim sürecindeki durumu ele alınacaktır.
Geleneksel tarım yöntemlerinin dışlanması
Öncelikle küresel tarım ticaretine endekslenen yeşil devrim süreci verimliliğin artırılacağı savıyla yola çıkmış, buna karşılık tarımsal üretim amacıyla tarım alanlarının genişletilmesiyle işe başlamıştır. Tarım alanlarının genişletilmesi ise ormansızlaşmayı beraberinde getirmektedir. Ormansızlaşma ve geleneksel tarla bitkilerinin yok edilmesi toprağın suyu tutma kapasitesini azaltmış, su kıtlığının önünü açmıştır.
Geleneksel tarım yöntemlerini dışlayan yeşil devrim süreci, birim su miktarına en yüksek verimi sağlayan, toprağın suyu tutma kapasitesini artıran ve aynı zamanda kuraklığa dayanıklı geleneksel tarla bitkilerini yok etmiştir. Bunların yerine sulama ihtiyacı hayli fazla, küresel tarım ticaretine en uygun bitkilerin üretimini dayatmıştır. Oysaki geleneksel tarım bitleri binlerce yıllık deneyimler sonucu yerel girdilerin maksimum düzeyde üstelik sürekliliğini de sağlayacak şekilde kullanılması ile oluşmuştur. Buna karşılık su ihtiyacı fazla olan bitkiler yereldeki suyun çok daha fazlasına ihtiyaç duymakta böylece insan ve hayvan gücüne dayalı geleneksel sulama yöntemleri yetersiz kalmaktadır.
Geleneksel sulama yöntemleri hem suyun aşırı kullanımını önlemiş hem de yeraltı sularının kendini yenileyebilmesine fırsat vermiştir. Buna karşılık geleneksel sulama yöntemlerini dışlayan yeşil devrim sürecinin getirdiği sulama yöntemleri, suyun kendini yenilemesine fırsat vermeyecek bir hızla tüketen su motorları, gittikçe daha derinlere inen sondajlamalar ve pompa sistemlerine bırakmıştır. Bu durum yeraltı ve yerüstü sularının giderek azalmasına ve nihayetinde tükenmesine sebep olmuştur. Yeşil devrimin suyu hızla tüketmesinin sonucu da su kıtlığı ortaya çıkmıştır.
Doğanın verebileceğinden fazlasını istemek, yeşil devrim sürecinin bencilliğidir. Yaşamın temel kaynağı ve ekosistemin yenilenebilirliği için olması gereken suyun "israf" olarak görüldüğü yeşil devrim süreci, doğal tahammülü zorlamaktadır.
Tüm canlılar için yaşam kaynağı olan suyu aşırı kullanarak canlı yaşamını tehdit eden yeşil devrim süreci bolluk yerine kıtlığı, yenilenebilirlik yerine sürdürülemezliği kısacası yaşam yerine ölümü getirmektedir.
Gaia Dergi