Heyecanı dorukta heyecanlı bir üniversite öğrencisi olarak adım attığım balıkçılığın eğitim tarafında şimdi profesör olarak çalışmak bahtiyarlığına erişsem de ülkemiz balıkçılığının sorunlarının bu kadar yıldır değişmeden kronikleştiğini üzülerek gördüm. Kendi penceremden gördüklerimi sizinle paylaşmak istiyorum.
Ülkemiz son yıllarda sanayi, teknoloji, bilişim ve hizmet sektörüne yoğun yatırımlar yapsa da halen tarım ülkesi görünümünü korumaktadır. Tarımsal üretim ise ülkelerin coğrafi konumları, kültürü ve sosyo-kültürel yapısına göre şekillenmektedir. Bu anlamda üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde balıkçılığın tarımsal üretim içinde çok önemli bir yerinin olduğunu görüyoruz. Kıyılarımızda yaşamını sürdüren, geliri ülke ortalamasının altında olan kırsal nüfus için küçük teknelerle yapılan küçük ölçekli balıkçılık temel geçim kaynağı olmaya devam etmektedir. Bu bağlamda ülkemizde balıkçılık sektöründe yaklaşık 50 bin kişinin doğrudan, bir bu kadar kişinin de dolaylı olarak istihdam edildiğinin altını çizelim. Ancak sayısal olarak baskın olan bu grubun avdan çok az pay alarak, yönetimdeki etkinliğinin çok düşük olduğunu görüyoruz. Az sayıdaki büyük ölçekli balıkçılık yapan teknelerin ise tam tersine avdan aldıkları payın yüksek olduğunu, balıkçılık yönetiminde de çok etkin olduklarını söylemek mümkün.
Ekonomik anlamda Türkiye balıkçılığı dediğimizde aslında Karadeniz'in, onun içinde de hamsi balıkçılığının ön plana çıktığını görüyoruz. Zira toplam avın %70'i Karadeniz'den, %25'nin yarı yarıya Marmara Denizi ve Ege Denizi'nden, %5'inin ise Akdeniz'den elde edildiğini görüyoruz. Bugün hemen kıyısında bulunduğumuz Marmara Denizi'nin balıkçılık içindeki payının %12,5 olması önemli. Zira Marmara Denizi, ülkemizi çevreleyen diğer denizlerin hepsinden daha küçük ve etrafında yoğun yerleşim yerleri ile sanayi tesislerine bağlı olarak daha fazla kirliliğe maruz kalmaktadır. Buna rağmen bu oranda balıkçılığa katkı sağlamasını önemli görüyorum. Yıllar itibarıyla avcılık içinde değerli balıkların oranının azaldığını, küçük cüsseli daha az değerli türlerin oranının ise arttığını hepimizin artık fark ettiğini ifade etmek isterim.
Dikkatimi çeken diğer bir husus ise toplam su ürünleri üretimi içinde avcılığın payı yıllar içinde sürekli azalırken, yetiştiriciliğin payı gittikçe artmaktadır. Ben bu verileri şöyle okuyorum: Avcılıkla karşılayamadığımız talebi, yetiştiricilik yoluyla karşılamaya çalışıyoruz. Aslında bu durum dünyada da bize benzer. Dünyanın toplam su ürünleri üretimi içinde de avcılık azalırken, yetiştiricilik artış trendinde. Bu da aslında dünyanın ortalama su ürünleri tüketiminin artamadığını, her an düşüş trendine girebileceğini, şimdilik yetiştiricilik yoluyla bu durumun maskelendiği şeklinde yorumlanabilir.
Dünyada kişi başına ortalama balık tüketimi 15 kg civarında seyrediyor. Biz de ise durum neredeyse dünya ortalamasının 1/3'i civarında, yani 5-6 kg mertebesinde. İnsanların gelir seviyesi arttıkça sağlıklı beslenmeye ilgileri artmakta ve bu bağlamda balık tüketimine yöneldikleri bilinen bir eğilim. Ancak bu talebi sadece yetiştiricilikten karşılamanın mümkün olamayacağı da ortada. Bu durumda yapmamız gereken denizlerdeki balık stoklarımızı korumak, mümkünse zenginleştirmek, sürdürülebilirlik prensiplerine göre avlamak. Bunu da balıkçılık sektörünün tüm paydaşlarını, etkin katılımcılık prensiplerini dikkate alarak bir araya getirmek yoluyla yapmak en doğru yol olacaktır. Zira sorunu çözmek için, soruna taraf olanların da katkısını almak, onları da çözümün parçası haline getirmek gerek. Bu bağlamda hem küçük ölçekli hem de endüstriyel balıkçılarımızın karar alma süreçlerine etkin katılımlarının sağlanması, ülkemiz balıkçılığının yönetilmesinde üniversitelerimizin ürettiği bilimsel bilgiden daha çok yararlanılması gerektiğini düşünüyorum. Böylece hem tarımsal üretim içindeki balıkçılığın payını koruyabileceğimizi hem de tüketici taleplerini daha dengeli bir şekilde karşılayabileceğimizi ifade etmek isterim.
Son söz olarak denizleri ve içsularıyla müthiş bir biyolojik zenginliğe sahip olduğumuz halde, bu kaynaklarımızı sürdürülebilirlik prensiplerine göre yönetmediğimiz için hep birlikte çöküşünü seyrediyoruz. Balıkçılığı yönetmekle görevli bürokratlarımızın bunun için çok çalıştıklarını biliyorum ve görüyorum. Ancak hep kriz yönetiyoruz. Deniz kirlenmiş, balık aşırı avlanmış, balıkçı filosu kontrolsüz artmış, balıkçılığı yönetenlerden şuanda bir mucize bekliyoruz. Bu mümkün değil ve olmayacak. Ancak uzun vadeli, stratejik yönetim planları hazırlayarak, avcılık filosunun sayıca olmasa bile kapasite ve avlama gücü olarak artışını engelleyerek, balıkçılarımızı küçük sübvansiyonlarla avutmak yerine alternatif geçim kaynaklarına yönelmelerini sağlamak, içsularda havza bazlı, denizlerde bütünsel koruma-kullanma dengesini sağlayacak avcılık stratejileri geliştirerek belki kötü gidişi tersine çevirebiliriz. Kısaca krizi yönetmekten vazgeçip, riskleri belirleyerek risk yönetimine geçmek belki bir çözüm olabilir.
Prof. Dr. Mustafa SARI
Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi
Bandırma-Balıkesir