Tüketiciler Derneği Gıda Komisyonu Başkanı Ayşe Cengiz ile Tüketiciler Derneği olarak yaptıkları çalışmalardan, gıdadaki tartışmalardan ve GDO'lu ürünler hakkında detaylı olarak konuştuk.
Sayın Ayşe Cengiz, kendi çalışmalarınızı ve TÜDER adına yaptığınız çalışmalardan bizlere bahseder misiniz ?
Hacettepe Üniversitesi Beslenme Diyetetik Bölümü mezunuyum, İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi’nden de yüksek lisansımı tamamladım. 1995 yılında bir grup akademisyen arkadaşımla TÜDER’i (Tüketiciler Derneği, www.tuketicilerdernegi.org.tr) kurduk. Hala TÜDER’in yönetim kurulu üyesi ve gıda komisyonu başkanıyım.
Tüder; kuruluş amacını her koşulda tüketiciyi doğru bilgilendiren, tüketici haklarını şeffaf savunabilmek için hiçbir siyasi parti ve yerel yönetimle organik ilişkiler içinde olamaz.
Ben, bir beslenme uzmanı olarak hem kendi iş yerimde hem de zaman zaman TÜDER adına birçok işletme ve eğitim kurumuna gıda ,beslenme ve bilinçli tüketim konularında seminerler veririm, zaman zaman çeşitli medya kuruluşlarına yazılar yazarım. Ayrıca toplumda gıda ile ilgili bir sorun yaşanmışsa konunun içeriğine uygun basın duyurusu ile kamuoyunu bilgilendiririz. Zaten mesleki sosyal medya hesaplarımda gıda, beslenme ve ilgili haberlere yönelik sürekli bilgi paylaşımı ve güncellemeler de yapılır.
Güvenilir gıdaya erişim “ sağlıklı olmanın önkoşuludur “ ama ülkemizde bu konuda durum nedir?
Güvenilir gıdaya yeterli erişim hakkı tüketicinin evrensel bir hakkıdır. Ülkemizde evrensel tüketici haklarını kabul etmiş ülkeler arasında yer almaktadır. Ancak ülkemizde gıda üretiminin pek çok aşaması (özellikle küçük işletmelerde) sorunludur. Ülkemiz tüketicinin yaklaşık % 90-95 güvenilir gıda tükettiğine kesinlikle inanmamaktadır. Bu saptamayı toplumun bir çok kesimi ile yaptığım “beslenme konulu” söyleşilerde ulaşmışımdır. Devlet hangi önlemi alacaksa alsın öncelikle tüketicinin yerle bir olan güven duygusunu iyileştirmelidir. Sonrasında da bu pozisyonunu devam ettirmelidir. Bu sürece tüketiciyi de dahil etmelidir. Yani güvenilir gıda üretiminden tüketimine kadar her aşaması tüketicinin bilgisine, beklentilerine ve öngörülerine yanıt verecek şekilde planlanmalıdır.
Yine dünya sağlık Örgütü (WHO) yaptığı bir çok bilimsel çalışmada şu sonuca varılmıştır; Dünyada artan obezite ve kanserin %45-50 olasılıkla nedeni yanlış ve kötü beslenmedir. Burada elbette kişilerin beslenmede bilgi bilinç düzeyi önemlidir. Ancak üretilen gıdaların sağlıksız koşullarda üretilmesinin yanı sıra bilinçsiz kullanılan tarımsal ilaçlar, bilinçsiz tarım işçiliği, insan kaynağı ve tüketicinin sofrasına gelene kadar geçirilen bütün aşamaları sayabiliriz.
Daha geçen hafta yani 14 Eylül tarihinde Mersin gümrüğünde 235 bin ton GDO’lu pirincin yakalandığını yetkili bakan kendisi itiraf etmiştir. Tüketici olan biteni dijital dünya sayesinde çok kolay öğreniyor, bu demektir ki yetkili bakanlıkların ve bürokratların yaptığı hiç bir şey eskisi gibi kapalı kapılar arkasında oluşmuyor veya olan saklanmıyor. Bu yüzden yetkili kurumlar gıda ile ilgili oluşan her türlü olumsuzluğu ve güvensizliği kökten çözüm önerileriyle halletmeli, yaptığı işlerle ilgili de tüketiciyi bilgilendirmelidir ki zedelenen güven duygusu tekrardan oluşsun.
Bunun için Neler Yapılmalı ?
Gıda üretiminin hiçbir aşaması insan sağlığını riske eden bir unsur taşımamalı, gıda üretiminin her aşaması nitelikli insan kaynağınca yani alanında eğitimli, uzman kişilerce periyodik olarak denetlenmeli, yapılan denetimlerle ilgili sonuçlar mutlaka tüketici ile paylaşılmalı, denetimlerde her türlü yapıcı/iyileştirici önerilere rağmen işletme standart dışı gıda üretiminde ısrar ediyorsa ciddi cezai yaptırımlar uygulanmalı, işletmenin ismi, faaliyet alanı deşifre edilerek çeşitli kanallarla tüketiciye duyurulmalıdır. Böylece tüketicinin bu ve benzeri firmalardan gıda alışverişi yapmamaları noktasında uyarılmış ve bilgilendirilmiş olunur.
Bilinçli tüketici doğal denetleyici olduğunu bilmeli bu süreçte hem doğal denetleyici görevini hem de sorumluluklarını da iyi bilmelidir.
Son dönemde sıkça tartışılan mısır şurubu kullanımı ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Özellikle ambalajlı gıdaları alırken etiket okuma alışkanlığı kazanılması gerekiyor. Bu ürünler şişmanlık ve şişmanlığa bağlı bütün metabolik hastalıkları doğuruyor. Tüketiciler, etiket bilgisinde mısır şurubu ibaresi yazılan ürünleri almamalılar.
Ülkemizdeki gıda üretimi ve buna bağlı olarak tarımsal üretim günlük hayatımızı ve sağlığımızı ne ölçüde etkiliyor?
Ülkemizde özellikle son 10 yılda yaşanan hızlı kentleşme ve bir çok alanın inşaat sektörüne açılması, tarımsal alanların azalması, kapitalist sistemin her şeyi para, kar ekseninde görmesi bunu topluma dayatması sonunda bizim gibi gelişmemiş ülkeleri çok çabuk çığırından çıkardı.
28 yıllık bir beslenme uzmanı ve 25 yıllık TÜDER yöneticisi olan birisi olarak bu kabına sığmayan her yerden taşan değişimi gözlerim açık izliyorum. Yaşadığım bölgede (Bahçeşehir) son 5 yılda 10 bin olan nüfus ve yerleşme alanı 60 -70 bine çıktı, her yer restaurantlar sokağı oldu ve sadece burası da değil Bakırköy sahiline, Kadıköy sahiline veya başka bölgeler çok farklı değil, insanların büyük çoğunluğu ( özellikle 10- 18 yaş grubu) çok hızla obezleşiyor. AB’nin şu saptaması dikkate alınmalıdır. Devletin resmi verilerinden de ulaşabilir. (2010 yılı raporu) Türkiye son yıllarda en fazla şişmanlayan ülkeler arasında ilk sıralarda yer almaktadır. Yine 2025 yılında tahmin edilen şeker hastalarının oranına Türkiye son 2- 3 yılda zaten ulaşmış! Şeker hastalığının hem çocuklarda hem de yetişkinlerde en önemli nedenlerinin başında şişmanlık yani obezite gelmektedir.
Diğer taraftan tüketici güvenilir gıdaya yeterli ulaşım duygusu çok çok zedelenmiş durumda, bu durumun ivedilikle iyileştirilmesi gerekmektedir. Bunun için ; Ülkemizde öncelikle yapılması gereken tüketicinin gıda tüketiminde yaşadığı güvensizlik, kalitesizlik duygusunun iyileştirilmesidir. Bu çok çabuk oluşacak bir süreç değildir ancak gıda üretiminden tüketimine kadar geçen süreçte başta gıda üreticisi, denetleyici konumda olan yetkili devlet kuruluşları ve ilgili STK’lar birlikte çalışarak tüketiciyi bilgilendirerek ve periyodik uygulamalar yapılırsa ( gıda , bilinçli beslenme, panelleri, söyleşileri, TV’lerde reklam spotları gibi ) bir süre sonra bu duygu iyi yönde değişir. Bu sürecin ciddiyetinin farkına varmak ve tüketicinin güvenini tesis etmek gerekmektedir.
Glisofat kanser mi yapıyor? Bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Glifosat ; tarımsal alanda kullan ve ürünü zararlı otlardan koruyan tarımsal bir ilaçtır. Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) uzmanlaşmış kanser kuruluşu olan Uluslararası Kanser Araştırmaları Kurumu GDO’lu ürünlerin %80’inde kullanılan ot ilacı (herbisit) etken maddesi olan (Glyphosate) Glifosat'ın insanlarda muhtemelen kanser yaptığını açıkladı. Raporda da açıklandığı gibi, Glifosat tüm herbisitler içinde en yaygın olanı. Değişik tarım, orman, şehir ve konut uygulamalarında da oldukça yaygın olarak kullanılıyor. Kullanımı, genetiği değiştirilmiş Glifosat herbisitine dayanıklı ürünlerin geliştirilmesiyle daha da arttı. Genellikle GDO’lu soya ve mısır üretiminde kullanılan ve Roundup adıyla satılan glifosat, havada, suda ve yiyeceklerin yanı sıra ilaca maruz kalan tarım işçilerinin kan ve idrarlarında da tespit edildi. Sağlık açısından pek çok kötü etkiye ve soruna yol açıyor.
Gıdada ve tarım ürünlerinde kullanılan insan sağlığına zararlı katkı maddelerinden bahseder misiniz?
Son yıllarda “her alanda olduğu gibi gıda üretiminde de birinci amaç, nasıl daha çok ürün ve daha çok kar ederim mantığı yerleştiği için özellikle ambalajlı ürünlerde lezzet ve beğeniyi artırmak için bir çok gıda katkı maddesi olarak nitrat ve nitritler( özellikle şarküteri et ürünlerine salam sucuk, sosis) sodyum benzoat, benzoik asit, daha bir çok çeşidi sayabiliriz.
Elbette teknolojinin sunularını sürekli red etmeyeceğimize göre bu alanlarda bilgilerimizi güncellemeli, alışlarımızı, kullanımlarımızı bilinçli ve dozunda yapmak gerekmektedir. Bu yüzden bilinçli tarım, bilinçli tarım işçiliği yani çiftçilik çok önemlidir. Bu halkayı da bilinçli tüketici tamamlar. Bunun için yetkili kurumların ve gıda üreticiler, bu alanlara ciddi yatırım yapmalılar ve Ar- Ge kaynağı ayırmalılar. Bu kaynakların çok çok az olduğunu ne yazık ki çoğumuz biliyoruz.
Sadece ihracat yapan gıda üretim kuruluşlarımızda bu prosedür iyi çalışıyordur. Başka türlü gıda ihracatının gerçekleşmediğini ve yakın zaman kadar bir çok gıda maddesinin ( üzüm, incir , fındık, birber, domates gibi) kimyasal madde kalıntısının limitlerin üzerinde olduğunu veya yanlış depolama koşullarında oluşan küflenmeden dolayı sınırlardan geri çevrildiğini ve bu gıdaların iç pazarda rahatlıkla tüketicilerimize tükettirildiğini hepimiz biliyoruz.
Piyasada satılan ürünlerin gerçekten organik olup olmadığını nasıl anlarız?
Kişisel görüşümü sorarsanız bende zaman zaman bu ürünleri tüketmeye çalışıyorum, çok araştırarak ürüne ulaşıyorum. Piyasada tüketiciye satılan her gıda ürününün organik olduğuna pek inanmıyorum.
Nasıl anlarız? Bu tür ürünleri satan yerlerde öncelikle organik ürün sertifikası iyice incelenmelidir. Hatta ürün alınmadan önce mümkünse dijital ortamda her iki firma hakkında da doğru bilgilere ulaşılmalıdır. Eğer alacağımız ürün mevsimsel tarımsal bir ürün ise gereksinimimiz kadar alıp tüketmek gerekir, ambalajlı bir ürün ise etiket bilgisini dikkatle okumalı, bizim için uygunsa yine uygun ölçülerde almakta yarar vardır.
Unutulmamalıdır ki sağlığımız en büyük değerimizdir, onu korumak ve sürekli kılmak içinde yediğimiz, içtiğimiz gıdalara çok dikkat etmeliyiz, sağlıklı olmanın öncelikli koşulu; bilinçli beslenmeyi bir yaşam şekline getirmektir.
Röportaj : Hayal Senem Sayan