Evet, böyle başladım bu yazıya çünkü birçok konuda geleceğini doğru okumuş olan Mustafa KEMAL yanılmış olamazdı. Zaman onun ne kadar haklı olduğunu ispatladı. Yeni devletin milli ekonomi politikasının temel ilkelerini Atatürk şöyle özetliyordu: "Her şeyden önce tarıma ve çiftçiye önem verilecektir. Çünkü ülkemiz halkının büyük bölümü tarımla uğraşan köylülerdir. Hakiki üretici olan köylü, bu yeni dönemde, efendimiz olacaktır. Bunun için köylüyü bir cendere gibi sıkan aşar vergisi kaldırılacaktır. Modern tarım metotları uygulanacak, köylüye gerekli olan destek kredisi Ziraat Bankası aracılığıyla sağlanacaktır. El sanatları ve yerli sanayi teşvik edilecektir". Bunun için 1927 yılında Sanayii Teşvik Kanunu çıkarılmıştır. Tarımda markalaşmanın yararları üzerinde durulmuştur. O günden bu güne kara saban ile tarla sürdüğümüz günlerden Drone ile GPS destekli ile ilaçlama yaptığımız günlere geldik.
Artık "İTHAL ETTİĞİMİZ" GPS destekli otomatik ilaçlama yapan tarla süren ekim yapan devasa büyüklükte traktörlerimiz. Pek çoğunu "İTHAL ETTİĞİMİZ" yeni verimli tohumlarımız var. Damla sulama borulardan, tohuma, traktörden budama makasına hatta bazen samana kadar pek çok ürünü ithal eder olduk. Tarım alanında seralardan kullanılan termometreden modern otomasyon sitemlerine çakı çakmak ayna tarak pek çok ürünü "ithal ediyoruz". Durum bu kadar vahim mi elbette değil. Bunun yanında bir yandan ürün bir yandan teknoloji sattığımız birçok ülke var. Yıllar önce Growtech Fuarında TİKA yani "Türk işbirliği ve koordinasyon ajansı başkanlığı" vasıtası ile 7 Türk Cumhuriyetinden temsilcileri geldi. 2009 yılında yeni mezun bir ziraat mühendisi olarak bu heyeti Antalya'nın lokomotif tarım firmalarını ve bazı modern seraları gezdirdim. 4 günlük fuarın sonunda yaklaşık 15 milyon TL'lik bir ihracat yaptık. Modern seralar sulama sistemleri bodur bahçe sistemleri fidanlar aklınıza gelecek her şey. Anahtar teslim tesisler kuruldu. 2 yıl sonra seralar ilk meyveleri verdi diye haberlerini okuduk. Aslında bu Türkiye yaş sebze meyve "ihracatı" için yaklaşan tehlikenin ayak sesleriydi.
Bundan on yıl önce pazarımız olan topraklara kendi elimizle ürün yetiştirmeyi öğretiyorduk. Kendilerine yetecek kadar ürün yetiştirmelerini hatta Rusya gibi yakın pazarlarda bize rakip olmayı öğretiyorduk. Mısırdan, Özbekistan'a birçok bölgeye meyve fidanları sattık. 13 ay depolayabildiğimiz bir ürün olan elmada bile kendi kendimize rakipler yarattık. Trabzon Rize'de fındık bahçelerini söktürüp kivi yetiştirilmesini teşvik ederken, Azerbaycan gibi bazı ülkeleri fındık yetiştirmeyi öğrettik. Türkiye de sahil meyveliğinden yüksek yaylara uygun olan her noktaya bahçeler kurduk. Yetiştirme sezonlarımızı uzattık. Daha kaliteli ürünler yetiştirdik. Bir yandan ise modern teknolojiler uygulama konusunda başarılı adımlar atıldı. Fakat bir konuda bence sınıfta kaldık. Burada yine Nutuk'tan alıntı yaparak şuna değinmek istiyorum. Her konuda olduğu gibi stratejik bir konu olan tarım ürünlerinin ihracatında milli Tüccar polimamızı iyi geliştiremedik. ( ben bu konuda ülke olarak bir politikamızın olduğu bile bilmiyorum ama inşallah benim bilmediğim bir politika vardır) Atatürk'e göre "halkımızın tüccar sınıfını zengin edebilmek için ticaretin hariç ellerde olmasını engelleyecek tedbirler alınacaktır. Ticaret ve kaynaklar, bizden olan tüccarların elinde olacaktır". Bu sözler bir yandan eski dönemde çoğunluğu teşkil eden Müslüman Türk unsurunun fakir kalmasına, buna mukabil azınlık unsurlarının aşırı zenginleşmesine duyulan tepkiyi dile getirirken; öte yandan milli bir burjuvazinin yaratılmasında tüccar sınıfının önemini vurgulamaktadır.
Atatürk, ticaret konusunda memleketi zengin yapacak olanın, ithalattan ziyade ihracat olduğunu özenle belirttikten sona; "ihracatın bizden olan tüccarların elinde" olması gerektiğini söyler. İşte tamda bu sebeple İhracatçılar birliklerinin daha aktif çalışması bizim yeni pazarlar bulmamız. Ülkeyi yöneten hükümetlerin genel politika üretmesi gerekmektedir.
Ülkemizde Cari açığın en büyük nedenlerin birisi Enerji İthalatıdır. Eski tarihlerde Rusya ile olan anlaşmamız şöyle idi. Evet ben senden gaz alacağım sende benim senden aldığım gazın en az (yanlış hatırlamıyorumdur inşallah rakamı) %30 'u kadar bizden bir şeyler alacaksın. Bu alış veriş pratikte şöyle gerçekleşiyordu. Biz gaz allıyorduk, onlar domates hıyar özellikle dikenli hıyar ve "Deniz-kum-Güneş". Bu ticaret zaten sekteye uğramıştı fakat bir gün bir Rus jetinin düşmesi ile tamamen durdu. Başka hiçbir pazarı olmayan dikenli hıyar komple elde kaldı. Antalya Gazipaşa Alanya çiftçisi çok zor günler yaşadı. Suriye sınıra düşen uçağın enkazı Antalya'da koca şehrin ekonomisini altüst etti.
Nasıl mı? Antalya'nın temelde 2 geçim kaynağı var. Kırsalda tarım sahilde turizm. Uçak krizi ile Antalya ikisini de kaybetti. Bunun üstüne Antalya halinde tüccarlık yapan büyük esnafların bazılarının iflas etmesi tarım sektörünü bir dar boğaza soktu. Tam olarak yumurtaları aynı sepette taşımanın ne kadar riskli olduğunu öğrendik. Bu yumurta sebep mantığını Türkiye de uygulayabilen yegâne kuruluşlar sanıyorum bankalardır. Müşterisine Çek yoğunlaşmasına girdiğiniz derler. Bu müşterinizin çekini kredide kullanamazsınız derler. Bu aslında şu demektir. Abi cim bak akıllı ol ticaretinin yarısını bu müşterin ile yapıyorsun. Bu batarsa senide batırır. Biz çok zeki insanlarız bankayı bile kandırırız. Çek takasları yaptık al kızı ver papazı derken... Kurulan bu tezgâhlarda aradan iflas eden tek bir halka bütün sistemi çökertti. Domino etkisi ile tüccar battı. Bu bize şunu gösterdi. Yaş sebze meyve ihracatında 2 - 3 firmanın eline bakıyormuşuz. Milli bir politikamız yokmuş. Bazı tüccarlar batınca özellikle Antalya ve Mersin bölgesinde bütün Sahil ve yaylanın yaş sebze meyvesi satılamıyor. Hallerde çürüyormuş. Sonra ihtiyaçtan kaynaklı Tüccarlıklar türedi birçoğu bu çapta ticareti bilmediği için iyi niyetli ama iflas ettiler. Olan gene çiftçinin emeğine oldu. Parası kaldı tüccarlar komisyoncuya çek verdi komisyoncu ciroları çiftçiye verdi. Çiftçi bayisine verdi, bayi mal aldığını dağıtıcı firmaya verdir. O firma ana firmaya verdi. İthalatçı ya da üretici firma tuttu kredi için bankaya koydu vadesi geldiğinindi SÜPRİZ çek karşılıksız. Firma Temsilcisi araştırdı aldığı cevap şu "Ya zaten bu çek hatır çekiydi."
Papaz hep çiftçinin elinde kaldı. Pamuk ipliği ile bir birine bağlı olan bu zincir maalesef en zayıf halkası kadar güçlü.
Geldiğimiz bu noktada ülkenin cari açığı azaltmanın ve nüfusun büyük kısmının gelir kaynağı olan Milli ekonomin temeli ziraat 'in korunması için. Baştan aşağıya bir reform gerekiyor. Ülkenin komşularıyla iyi geçinmesi. Yeni pazarların bulunması ihracatçının desteklenmesi (KDV iadesi Teşvik vs.) gerekiyor. Büyükelçiliklerin çok çok iyi çalışması Ülkemizde ürettiğimiz ürünlerin pazarlanabilmesi gerekiyor.
Her alanda olduğu gibi İthalat ve İhracat yapacak firmadalar in riskleri çok büyük. Her kesimden herkesin dünya ekonomisin çalkalandığı şu günlerde ayağını yorganına göre uzatmanı gerekiyor. Gübre ithalatı yaptığımız dönemlerden tanığım Çinli bir Firma temsilcisi ile konuşmalarımız aynen şöyle "Merhaba Nazım nasılsın bu gün sürpriz var mı?"
Neden mi Böyle konuşuyoruz. Çünkü bir konuşmamızda 1 $= 3,87 TL
1 hafta sonra konuşuyoruz başka birkaç sonra konuşuyoruz. 1$= 3,5 TL
Sonra Tekar 1$= 3,65 TL
Unutmayalım ki Para bile piyasada çokken değeri düşer.
Katma değeri yüksek ürünler üretip yeni pazarlar bulmalıyız. Bu konuda paneller yapılmalı sektörün paydaşları taşın altına elini biran önce koymalı. Modern teknolojiler çiftçilere iyi anlatılmalı. Tarımsal yayın araçlarının güvenilirliği sağlanmalı çiftçiyi kazıklamak kandırmak için reklam aracı olarak kullanılmaktan biran önce vazgeçilmelidir. Alta kalanın canı çıksın prensibi ile sektörün çarkların döndüğü bir ortamda. O çarkların arasında kalıp bir süreliğine yabancı dilini geliştirmek adına sektör dışına kaçmış, fakat gönlü aklı tarımda kalmış genç bir Ziraat Mühendisi, taze Turizmci olarak bu penceren gördüklerimi Zülfi yâre hafiften dokundurmak sureti ile paylaştım.
Sabredip okuyan görüşlerime katılan katılmayan herkese saygılarımla...
Nazım KIRICI
ZİRAAT MÜHENDİSİ