Türkiye'nin en köklü doğa koruma kuruluşlarından WWF-Türkiye'nin Doğa Koruma Direktörü Sedat Kalem' le konuştuk. Kalem, 41 yıldır doğa koruma çalışmaları yürüten deneyimli ve donanımlı bir ekibi temsil ediyor.
WWF kimdir? Amaçlarınız hedefleriniz nelerdir?
Kalem; WWF, dünyanın en büyük ve bağımsız doğa koruma kuruluşlarından biri. Beş milyonu aşkın destekçiye ve 100'den fazla ülkede etkin bir küresel ağa sahip vakfın misyonu, dünyanın biyolojik çeşitliliğini koruyarak, yenilenebilir kaynakların sürdürülebilirliğini sağlamak; kirlilik ve aşırı tüketimin azaltılmasını teşvik ederek gezegenimizin doğal çevresinin bozulmasını durdurmak ve insanın doğayla uyum içinde yaşadığı bir geleceğin kurulmasına katkıda bulunmak.
WWF'in uluslararası ağının bir parçası olan WWF-Türkiye'nin vizyonunun temelinde de insanın doğanın bir parçası olduğunu hatırlatmak ve doğayla uyum içinde yaşayabileceğini göstermek var. Tüm faaliyetlerimizi bu amaca uygun kurguluyoruz. Yerel yönetimler ve merkezi idare, iş dünyası, akademisyenler ve yöre halkıyla ortak akıl üretmeyi, bilgilendirme çalışmaları yapmayı, karar alma süreçlerinde etkili olmayı hedefliyoruz.
WWF-Türkiye olarak üzerinde yoğunlaştığınız konular nedir?
Kalem; WWF-Türkiye'nin en önemli özelliği insanın doğayla uyum içinde çalıştığı bir geleceği hedeflemesi. Bunun başarılabileceğine inanıyoruz ve tüm çalışmalarımızda neyi istemediğimiz kadar neyi istediğimizi de vurguluyoruz. Bu misyonu göz ardı etmeden biyolojik çeşitliliği korumaya, kirlilik ve aşırı tüketimi azaltmaya çalışıyoruz.
Biyolojik çeşitliliğin korunmasının yanısıra doğaya verdiğimiz zararı yani ekolojik ayak izimizi de azaltmaya çalışıyoruz. Tür koruma çalışmalarımız arasında deniz kaplumbağası, turna, saz kedisi, ve orfoz gibi yaban hayatımızın önemli sembolleri var. Konya'da ormanlarımızın iklim değişikliğine hazırlanması, Kaş'ta ise sürdürülebilir turizmin hayata geçirilmesi için çalışıyoruz. Yeni projelerimiz arasına buğday ve fındık da katıldı. Ekolojik ayak izimizin azaltılması ise biyolojik kapasitemize uygun bir yaşam biçimini öne çıkartmayı amaçlıyor. Suyu tasarruflu ve verimli kullanmaktan, sürdürülebilir bir üretim-tüketim dengesi yakalamaya kadar uzanan yeni bir yaşam biçimi öneriyoruz.
Kimlerle işbirliği yapıyorsunuz?
Kalem; Projelerimizin büyük bölümünü kurumsal iş ortaklarımız destekliyor. Ulusal ve uluslararası yardım kuruluşları ve vakıflar ile WWF'in uluslararası ağı da projelerimize destek oluyor. Elbette bireysel destekçilerimiz de var. Bizim gibi kuruluşların ayakta kalabilmelerinin en önemli şartı hiç şüphesiz koşulsuz bağışlar. Projelerimizi yürütürken konuya göre uzmanlıklarından yararlanmak için bilim dünyasından, kamudan, iş dünyasından ve diğer sivil toplum kuruluşlarından destek alıyoruz.
İklim değişikliği hakkında neler söyleyeceksiniz? Gelecekte dünyayı tehdit eden unsurlar nelerdir? Ne gibi önlemler alınmalı? Ülkemizin bu konuda mevcut durumu nedir?
Kalem; İklim değişikliği, bugün insanoğlunun karşı karşıya kaldığı en önemli ve "varoluşsal" sorunlardan biri. Başlıca kaynağı fosil yakıtlar olan karbon emisyonlarının artış hızını durdurup geri çeviremediğimiz takdirde, 2060'da 4°C, yüzyıl sonunda ise 6°C' daha sıcak bir dünyada yaşamak durumunda kalacağız. Bu, ekosistem ve canlı ve bitki türleri kadar beşeri sistemler için de tehdit oluşturuyor. Küresel ekonomide istikrarın ve sürdürülebilirliğin sağlanması da, bu mücadelenin başarısına bağlı.
NASA'ya göre 2015 yılı, sıcaklık ölçümünün yapıldığı 1880'den bu yana kaydedilmiş en sıcak yıl oldu. 1880'den bu yana yeryüzünün ortalama sıcaklığı 0,85°C arttı. En sıcak 16 yılın 15'i ise 21. yüzyılda yaşandı. Sıcaklık artışı bir istisna değil. Bu, bildiğimiz sınırların dışına çıkacağımız anlamına geliyor. Sıcaklıkla beraber, aşırı hava olaylarının -sıcak ve soğuk hava dalgaları, kuraklıklar, seller, şiddetli kasırgalar- sıklığı ve etkisi de artıyor.
Bilim insanlarına göre iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerinden korunmak için sanayi devrimi öncesine göre ortalama sıcaklıklardaki artışı, en fazla 2°C ile sınırlamak gerekiyor. Bu hedefi tutturmak için ise enerji altyapısında dönüşüm şart. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli küresel enerji altyapısında köklü değişiklikler yapılması ve bu çerçevede 2050 yılında düşük karbonlu enerjinin, elektrik üretimindeki payının yüzde 90'ın üzerine çıkartılması gerekliliğinin altını çiziyor. Uluslararası Enerji Ajansı ise iklim değişikliğiyle mücadele için yeryüzündeki fosil yakıt rezervlerinin üçte ikisinin yeraltında bırakılması gerektiğini belirtiyor. 2017 yılına kadar temiz enerjiye doğru yapısal bir dönüşüm başlatılmadığı takdirde fosil yakıt altyapısına bağımlılığımızın enerji güvenliği ve iklim hedeflerini gerçekleştirmeyi daha zor ve pahalı kılacağı konusunda da liderleri uyarıyor.
Ülkemizin içerisinde bulunduğu coğrafya, iklim değişikliğinin etkilerinden en çok etkilenmesi beklenen bölgeler arasında. Bizi çok daha sıcak yazlar, daha ılık kışlar, Doğu Karadeniz'in kıyı kesimleri dışında tüm yurtta daha az yağış ve kuraklık bekliyor. Çevre Bakanlığı'na göre 4-5°C daha sıcak bir gelecek söz konusu. Bu artış Isparta'da elmanın, Erciyes'te kayağın, Antalya'da turizmin sonu olabilir.
Bu çerçevede Türkiye'nin de yenilenebilir enerji hedeflerini gözden geçirmesi, kaynak zenginliğine uygun daha yüksek hedefler koyması gerekiyor.
Biyoçeşitliliği korumada temel faktör nedir? Bizlere düşen görevler nelerdir?
Kalem; WWF tarafından iki yılda bir yayınlanan ve dünyanın ekolojik check-up'ını yapan Yaşayan Gezegen Raporu şu gerçeği ortaya koyuyor: hiçbir önlem alınmazsa 2020'de dünyadaki canlı popülasyonlarının yüzde 67'si yok olabilir. Halihazırda denizel popülasyonların yüzde 36'sını, karasal tür popülasyonlarının yüzde 38'ini ve tatlı su ekosistemlerinde yaşayan canlı popülasyonlarının yüzde 81'ini kaybetmiş durumdayız. Bu biyoçeşitlilik kaybının en büyük sebebi habitat kaybı ve bozulması. Habitat kaybının önde gelen nedenleri ise sürdürülebilir olmayan tarım uygulamaları, ormansızlaşma ve tatlı su sistemlerindeki değişiklikler.
Ülkemizde de benzer bir durum söz konusu. Uluslararası Doğa Koruma Birliği (IUCN) 2016 verilerine göre Türkiye'de küresel ölçekte tehdit altındaki tür/alttür sayısı 389. Açık denizlerde kilometreler kat ederek Akdeniz kıyılarımızda üremeye gelen deniz kaplumbağaları ile tehlike altındaki kelaynaklar ve ceylanlar ancak insan gözetimi altında varlığını sürdürebiliyor. Akdeniz kıyılarımızda, sadece 50 civarında fok kaldığı tahmin ediliyor. Daha çok örnek sayılabilir. Bu durum yalnızca bu türlerin varlığı için değil, yaşamı onlarla sıkı sıkıya bağlı olan biz insanlar için de önemli. Zira biyolojik çeşitlilik aynı zamanda dünyadaki milyarlarca insan için gıda güvenliği, gelir kaynağı, hatta sağlığın sigortası. Çünkü tıpta ve eczacılıkta kullanılan birçok ilacın kaynağı da doğa. Biyoçeşitliliğe sahip çıkmak için öncelikle yaşam alanlarını, ormansızlaşma, doğa tahribatı, aşırı tüketim, kirlilikve sürdürülebilir olmayan tarım gibi uygulamalara karşı korumamız gerekiyor.
Ekolojik Ayak İzi nedir? Nasıl azaltılabilir? Bu konuda ele aldığınız tarımda olması gereken nedir? Siz bunlar için ne gibi önlemler alınması gerektiğini savunuyorsunuz?
WWF-Türkiye'nin Doğa Koruma Direktörü SedatKalem; Çevresel sürdürülebilirliği ölçülebilir kılan Ekolojik Ayak İzi kavramı, doğa ve insan arasındaki ilişkiyi yeni bir bakış açısıyla ele alıyor. Ne kadar doğal kaynağımız olduğunu, bunun ne kadarını kullandığımızı ve kimin neyi kullandığını belirlemeye yönelik bir hesaplama aracı olan Ekolojik Ayak İzi, sürdürülebilir bir yaşama ne kadar yakın ya da ne kadar uzak olduğumuzu anlamamızı sağlıyor. Ekolojik Ayak İzi hesapları, bankacılıktaki hesap özetlerine benzer şekilde, ekolojik bütçemizi aşıp aşmadığımızı gösteriyor.
Türkiye'nin sürdürülebilirlik trenini yakalaması için, büyüme hızı, gayri safi hasıla gibi parametreler dışında "ekolojik ayak izi", "biyolojik kapasite" gibi yeni göstergeleri kalkınma planlarına dâhil etmesi ve kalkınma politikalarıyla doğa koruma politikalarını bütünleştirmesi gerekiyor. Ekolojik Ayak İzi'nin azaltılması ekolojik açığın azaltılması için yeterli değildir, limit aşımına son vermek için aynı zamanda biyolojik kapasiteye yatırım yapılmalı, üretken alanların verimliliği artırılmalıdır.
WWF-Türkiye'nin 2012 yılında yayımladığı Türkiye'nin Ekolojik Ayak İzi Raporu'na göre tarımsal ayak izinin Türkiye'nin toplam ekolojik ayak izi içindeki payı yüzde 35.
Türkiye'de su kaynaklarının yüzde 74'ü tarımda kullanılıyor. Tarımsal üretime göre farklı havzalarda da su kullanımı değişebiliyor. Örneğin Konya Kapalı Havzası'nda bu oran yüzde 88'ken Büyük Menderes ve Gediz havzalarında aynı oran yüzde 79 civarında.
Türkiye gibi su kaynakları kısıtlı bir ülkede suyun bu kadar büyük bir kısmı tarımda kullanılırken kaynakların etkin kullanımına ne yazık ki dikkat edilmiyor. Ülkemizde modern sulama yöntemlerinin yaygınlaşması yönündeki çabalara rağmen geleneksel sulama yöntemleri hala çok yaygın. Su kaynaklarının kısıtlı olması tarım sektörünün devamlılığı için de bir risk. Tarım politikaları oluşturulurken su kaynakları göz önünde bulundurulmalı, modern sulamayla birlikte etkin sulama programları da oluşturulmalı. Ayrıca biyolojik mücadele yöntemleri tercih edilmeli ve özellikle tatlı su habitatlarına geri dönüşü olmayan zararlar veren aşırı kimyasal gübre ve tarım ilacı kullanımından kaçınılmalı. İyi tarım veya sürdürülebilir tarım uygulamaları benimsenmeli, iklim ve toprak yapısına uygun ürünler ekilmeli. Uzun vadede tarımsal biyolojik kapasitenin geliştirilmesi için küçük ölçekli üretimin verimlilik seviyesinin artırılması, çiftçilerin teknik kapasitelerinin geliştirilmesi ve bilgilendirme çalışmalarının yaygınlaştırılması da azami önem taşır.
Son olarak eklemek istedikleriniz nelerdir? İnsanlar doğayı koruma adına neler yapmalı? Gündelik hayatımızda nelere dikkat etmeliyiz? Ne gibi faaliyet ve aktivitelerde bulunarak daha duyarlı olabiliriz?
Yaşayan Gezegen Raporu'nun çıktılarından biri de şu: bugünkü yaşam şeklimiz ve tüketim alışkanlıklarımıza göre ihtiyaçlarımızı karşılamak için 1,6 dünya gerekiyor. Başka bir deyişle, insanlığın doğal kaynak tüketimi, dünyanın biyolojik kapasitesinin yüzde 60 üzerinde. Bu şekilde devam edersek 2030 yılında iki dünyaya, 2050 yılında ise neredeyse 3 dünyaya ihtiyacımız olacak. Oysa dünyamız bir tane ve yaşayabileceğimiz başka bir gezegen yok. Bu durumda bir dünyanın sınırları içinde yaşamaya mecburuz. Bunun yolu hayatın her alanında doğayla daha uyumlu yaşam biçimini benimsememizden geçiyor.
Bununla birlikte, WWF gibi doğanın korunması için çalışan kurumları destekleyebilir ve kampanyalara katılabilirsiniz. Örneğin, WWF-Türkiye'nin düzenli bağışçısı olabilir veya nesli tehlike altındaki türleri evlat edinebilir ve sevdiklerinize özel gün hediyesi olarak verebilirsiniz ( https://destek.wwf.org.tr ).
Ofis ölçeğinde uygulanan tasarruf ve iyileştirme girişimimiz Yeşil Ofis karbon emisyonu başta olmak üzere enerji tasarrufunun arttırılmasını, doğal kaynakların bilinçli kullanımını ve yaşam tarzının değiştirilmesi konusunda ofis çalışanları arasında farkındalık yaratmayı hedefliyor. Yeşil Ofis programımıza dahil olarak yaşam biçiminizi değiştirme yolunda adımlar atabilirsiniz.
Ayrıca WWF-Türkiye'yi facebook, twitter ve instagram hesaplarından takip ederek çalışmalarımızı duyurabilir, çevrenizdekilerin bilgilenmesine katkı sağlayabilir ve bizim daha geniş kitlelere ulaşmamızı sağlayabilirsiniz.