Milli Tarım Projesi başlık olarak oldukça iddialı görüntü çizmekle birlikte, beklentilere cevap verme niteliğinden çok, iyi niyet sınırlarını aşamadığı dikkatten kaçmamaktadır.
Milli Tarım ve Tarımsal Akıl
Sıcak yaz günleri, alevler içinde yanarken az ötede şehrin bütün gövdesi,
serinliğin narinliği tebessüm ediyordu bu şirin köyün müdavimlerine.
Yeşili yemyeşil, beyazı bembeyazdı.
Az ötede dağ sıcaktan ağlıyor, acıdan parçalanıyorken,
kütür kütür buz gibi suyu insanın ruhunu okşuyor,
içenin iç organlarını adeta dezenfekte ediyordu.
Yol boyunca saf saf dizilmiş sıralı kaysı ağaçları, çiçekleriyle kiraz ağaçları karşılıyordu, baharın güzelliğini ruhunda hissettirerek.
İnanılmaz bir bitki örtüsü;
sarmaşıklar, meşeler, laleler, nergisler ve rengarenk çiçekleriyle onlarca tür meyve ağaçları ve diğer bitkiler, kimi arsız, kimi mahcup, kimi mahzun bir şekilde, vadinin iki yamacına yayılmışlardı.
Herşey doğal ve sabırlı, çekici ve samimi, neşeli ve dostçaydı, sağlık ve güven telkin ediyordu.
Bütün bunlar yerliydi, milliydi ve hep öyle kalmalıydı. Desteksiz, yorumsuz, sade.
Ama öyle kalmadı kalacak gibide değildi.
İnsan beyni teknoloji canavarını üretti. O da beton canavarını.
Aslında ne teknoloji canavardı, ne de beton canavardı.
Canavarlaşan, betonlaşan ruhlarımızdı.
Bir Amerikalı bir İngiliz'e böyle muhteşem çimleri yetiştirmeyi nasıl başarıyorsun diye sorar. "Çok basit" der İngiliz "biz onu düzenli olarak sularız her sabah ve her akşam biçeriz". Amerikalı, "bu benim yaptığımın aynısı, fakat benim çimler kötü durumda" der. İngiliz "Evet fakat biz bunu dört yüz yıldır yapıyoruz" der.
Zaman, süreklilik, tecrübe ve başarı.
Sene 2016, tarım politikamızda yine, yeni ve köklü değişikliğe gidiyoruz.
Tarım ülkesiyiz.Yüzyıllardır atalarımız tarımla uğraşmış, biz uğraşıyoruz. Uğraşmaya devam edeceğiz. Ama bir türlü kendimize uygun tarım modeli yakalayamadık. gerçek şu ki;
Zamanı kaybediyoruz, süreklilikte istikrarımız yok, tecrübeyi kullanamıyoruz.
Bütün bunlara rağmen başarı gelir mi? Bekle, gör.
Bu sefer kazanalım istiyoruz.
Milli tarım projesi kapsamında artık tarımda havza bazlı üretime destek verilecek. Sayın Başbakanımız "Şimdiye kadar destekler veriliyordu ancak şimdiki destekler havza bazlı modeliyle artık daha bilinçli hale geliyor." diyerek durumu özetledi. hatta esprili bir açıklamayla "kafama göre değil havzama göre ekim, hem çiftçi hem memleket kazansın." diyerek beklentilerini dile getirdi.
Üretim için verilen destekler fındık, çay ve zeytin hariç, sadece tarla tarımına ve sınırlı sayıda ürüne yönelmiştir. Ülkemizde yetişen ve ekonomik değeri olan yüzlerce tür ürün var. Ancak desteklenen ürün sayısı havza bazında 19 adet türdür. Fındığa, çaya, yağlık zeytine hangi mantıkla destek verildi de, dünyada eşi olmayan Antep fıstığına veya Malatya kaysısına yada Cimin üzümüne, İzmir üzümüne, Manisa kirazına yada birçok havzada üretilen ürünlere niye destek verilmedi? diye sorulursa! tatmin edici bir cevap gelir mi? Zor.
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı'nın, Stratejik Plan (2013-2017) kitabında 1.sıradaki stratejik hedefi "Tarımsal kaynakları korumak, iyileştirmek ve devamlılığını sağlamak" olarak belirtilmektedir. Bu madde iyi düşünülmüş bir hedef olarak dikkat çekmektedir. Tarımsal kaynakların başında en hayati öneme sahip olanı şüphesiz bitki gen kaynaklarıdır. Ülkemiz 10 000'in üzerinde bitkinin anavatanıdır. Yani gen kaynağı hükmündedir. Bu olağanüstü biyoçeşitlilik demektir.
Bu biyoçeşitliliğin içinde yer alan ve bize has olan yerli ürünlerimizin özellikle desteklenmesi gerçek milliliktir. Desteklenecek türlerin sayısının 19 adet olarak belirlenmiş olması o havza ile özdeşleşmiş diğer türler için ciddi bir handikaptır.
Birçok bölgede birçok tarımsal alan geri dönüşü olmayacak şekilde betonlaşmaya kurban edilmiştir, edilmektedir. Bakanlığımıza bağlı, Antep'te Fıstık Araştırma Enstitüsü, Malatya'da Kaysı Araştırma Enstitüsü gibi bazı enstitülerin şehir dışına taşınma kararı uygulamadadır. Onlarca yıldır gen kaynağı, gen havuzu oluşturmuş olan bu ve bu gibi enstitülerin gen kaynağından koparılarak taşınması ve buraların betonlaşmaya terk edilmesi, bu türlerin gen kaynaklarının yok olma tehlikesini de beraberinde getirecektir.
Oysa bunların hem yetiştiricisinin desteklenmesi hem de çeşitliliğinin korunması gerekmektedir. Bunun aksi hem Millilik ilkesi ile hem de stratejik hedefimizle çelişmektedir. Bu konularda gerekli bilinçli davranışı göstermediğimiz takdirde, bu alandaki kazanılmış çeşitleri de kaybedebileceğimiz aşikardır. Geleceğimiz olan torunlarımızın bundan dolayı bizleri nasıl anacağı malumdur.
Milli Tarım Projesinin ağırlıklı konuları tarımsal desteklemelerdir. Desteklemelerde sistem değişikliği öngörülmektedir. Sistem değişikliği Tarımımıza uygun sistem arayışına geçilmesi yönüyle iyi bir adımdır. Tarımsal verimliliğin ve üretimin artması stratejik hedeflerle örtüşmektedir. Ancak projenin bilimsel gerçekliklerle bağlantısı zayıf, ülkemizin tarımsal yapısıyla bağlantısı eksik kalmıştır.
"Milli Tarım Projesi" başlık olarak oldukça iddialı görüntü çizmekle birlikte, beklentilere cevap verme niteliğinden çok, iyi niyet sınırlarını aşamadığı dikkatten kaçmamaktadır.
Proje kapsamında dillendirilen konular; havza bazına üretim desteğinin yapılması, çiftçinin kullandığı mazotun yarısının karşılanması, mera hayvancılığının yaygınlaştırılması, 184 ovanın SİT alanı ilan edilmesi, yetiştirici bölgeleri oluşturulması ve piyasa düzenini sağlamak, piyasadaki dalgalanmaları önlemek için Toprak Mahsulleri Ofisini aktif olarak kullanılması elbette ki doğru temennilerdir. Ancak temenni sınırlarını aşacak olan projenin bütünlüğü, yöntemi, yaptırım gücü, bilimselliği, sahada uygulanabilirliğidir. Proje bu yönüyle kısırdır.
Milli Tarım Projesinin ehli-kamil bir hüviyet kazanabilmesi için tarımımızın önündeki engellerin kaldırılması daha gerçekçi tasavvurların gündeme alınması gerekmektedir.
Öncelikle;
Bilinçli yapılan bilinçsiz yapılaşma önlenememiştir. Önlenmelidir. Tarım arazileri kaybedilmektedir. Geçmişimiz bilinçli yapılaşma örnekleriyle doludur. Osmanlı döneminde, hatta Cumhuriyetin ilk dönemlerinde bile, şu an Erzincan ilinin yerleşkesi olan Erzincan Ovası imara kapatılmış idi, hem tarım arazilerini korumak için hem de deprem riskini gördükleri için.
Potansiyel sulanabilir alanların sulamaya açılmasına yönelik yatırımlara gereken önem verilmelidir. Bu görevi bir kurumdan alıp diğer kuruma vermek çözüm müdür? Bu alanda yapılanmasını tamamlamış bir kurumdan alıp, yapılanmasını ne zaman tamamlayacağı meçhul olan başka bir kuruma, "konuyu bir kurumda birleştirdik" gerekçesi ile vermek tek taraflı bakış açısıdır.
Üretici örgütlenmesi yetersiz ve çarpık büyümektedir. Başıboşluk vardır. Üretici örgütleri ülkemizin tarımsal gerçeklerine ve sosyal yapısına uygun dizayn edilmelidir.
Yerli çeşit bir çok türde, hem sayısal olarak hem üretim miktarı olarak yetersizdir. Üretimde yabancı çeşitler başı çekmektedir. Bu hiç de Milli bir durum değildir.
Yabancı sermaye ve firmalar ülkeye dengesiz girmektedir. Bu haliyle, yerli tarımın dengesini bozmaktadır. Önlem alınmazsa ileride büyük sorunlar yaşatacağı bellidir.
Hayvancılık ve tohumda çıkar şebekeleri oluşmakta ve bunlar ithalatı artırmakta, yerliyi göz ardı etmektedir.
İklim, savaşlar, çölleşme, kimyasal kullanımı, küresel ısınma vs... gibi etkenlerle dünyadaki biyoçeşitliliğin geleceği tehlike sinyali vermektedir. Ülkemizin Biyoçeştililiği de bu tehlikenin içindedir. Bu konuya yönelik Ülkemizin tarımsal unsurlarının ciddi bir çabası yoktur.
Tarımda Teknoloji transferi yanlış uygulanmakta, teknolojinin kendisi yerine teknolojik ürünler ülkemizi işgal etmektedir.
Tarım ülkesi olarak uluslararası tarımsal yapılanma alanlarında varlığımızı hissettirmeliyiz. Tarımsal dış siyasette sadece ithalat ihracat bazlı değil, uluslararası tarımsal yapılanmalarda aktifliğimizi artıracak pozisyonlara göre ayarlamalıyız kendimizi.
Tarımsal kurumlar ve unsurlar eşgüdümlü çalışamamakta, dış etkilere fazla maruz kalmakta ve sermaye sahiplerinin güdümüne girme tehlikesi yaşanmaktadır.
Çiftçi çalışmakta, üretici çalışmakta, ancak sektörün üst düzeyi, buna Bakanlık bürokrasisi de dahil habire toplantı yapmaktadır. Pratik çözümler ve uygulamalar geliştirilmelidir. Ülkemizde hala zamanın ve şartların gereğine göre strateji geliştirecek ve uygulayacak "Tarımsal Akıl" oluşamamıştır.
Tarımsal aklı oluşturacak olanlar uzmanlardır. Hem teoriyi bilecek hem uygulamayı gerçekleştirecek kapasitede, uluslararası nitelikte tarım uzmanlarına ihtiyaç vardır.
Mevcut Ziraat fakültelerinden mezun olan ziraat mühendisleriyle, sadece akademik kariyer endeksli akademisyenlerle, araştırma enstitülerinde çalışma şartları daha iyi diyerek, bir yolunu bulup hasbel kader bu enstitülere tayin olan, memur mantığı ile çalışan düşük kapasiteli araştırmacılarla, 60 sorunun 40'ına doğru cevap verdiği için tarım uzmanı yapılan mühendislerle tarımsal akıl oluşamaz! Bunlarla yol alınamaz! Bütün bu saydığımız özellikleri bünyesinde barındıran, uluslararası konjonktüre uygun Tarım Akademisine ihtiyaç vardır.
Bütün bunlar için devrim niteliğinde yapılanmaya ihtiyaç vardır. Bu yapılanmada ona inananlarca gerçekleştirilebilir. Bu koltuk kapma yarışı değildir.
"Yeni eksik olursa yararı da eksik olur."
"Tarımsal kaynakları korumak, iyileştirmek ve devamlılığını sağlamak"
"Kırsal alanda yaşam standardını yükseltmek amacıyla politika belirlemek ve uygulamak"
"Üretimde verim ve kaliteyi artırmaya yönelik yöntem ve teknolojiler geliştirmek ve yaygınlaştırmak" gibi ana stratejik hedeflere uygun desteklemelere ve tarım politikalarına ihtiyaç vardır. Milliliğin yolu buradan geçer.
Haydi buyurun en millisini yapalım. Yerli çeşide destek verelim. Tarımsal teknolojiyi üretecek, geliştirecek, yarınları görecek, ekiminden, çapasından hasatına, ıslahından yetiştiriciliğine, hastalık teşhisinden tedavisine, yetiştirme tekniğinden pazarlamasına, araştırmasından politikasına tarımsal aklı oluşturacak Tarım Akademisi kuralım, ülkemizin bugünü için, yarın için. Eğer yapmıyorsak, yapamıyorsak, Tarım Bakanlığını feshedelim, çiftçinin yakasından düşelim, ülkemizin tarımını çiftçilere bırakalım.
M.Murat Gün
Memurlar.net