Bugün tarımsal üretimde ithalat olmadan hatta ihracat da yapabilen kendi kendimizi geçindirebilecek bir güce sahibiz.
Ne mi olurdu? Üretici ürününü daha makul, daha tatminkar ve doyurucu fiyatlara satabilirdi.
Bazıları diyebilir ki “Hayır”, bu kez nasıl rekabet olacak? Kimse kaliteli ürün yetiştirmezdi, bilakis üretici şevkle ürününü yetiştirir, ihracatta hız kazanırdık, tabi destekleyici yasaların çiftçiyi koruması şart.
Yakın tarihe bir yolculuk yapalım,
İkinci dünya savaşı sonrasında Avrupa ve bir çok ülke savaşın yaralarını sarmaya uğraşırken bitap düşmüştür. ABD bu durum karşısında bu ülkelere yardım amaçlı(?) zamanının Sovyetler Birliği tabanlı kominizm hareketlerini engellemek adına, Marshall Planı adı altında bir dizi yardım paketi hazırladı. Türkiye o dönemde bu yardımı almayı isteyen ülkelerden biriydi, peki neydi karşılığı?
ABD Türkiye’nin bu yardımdan yararlanması için Türkiye’nin Avrupa’ ya yalnızca tarım ürünleri ihraç etmesini ve sanayi temelinde ihracat yapmamasını şart koşmuştur, bu da Türkiye’nin sanayileşmesini geciktirmiştir. Ayrıca bu yardımlarla Türkiye ekonomik olarak ABD ye ve Avrupa’ya bağımlı hale getirilmiştir.
Başlangıçta çok iyi gelmiş gibi görünebilir, Türkiye aldığı paralar karşılığında bol bol karayolları yaptı, araçlar Amerika’dan dı.tik denemelerinin sonucu olarak bizim verimimizin 10 katı üretim yaptığı buğdayı Türkiye’ye bedava gönderdi. Alına krediler ithal makinelerin alınmasında kullanılıyordu. Örneğin, 1948-1952 yılları arasındaki toplam traktör sayısı 1750'den 30000'e yükseldi. Bu da 1948'de 14,5 milyon hektar olan ekilip biçilen dönüm miktarını çok fazla büyüyüp 1956'da 22,5 milyon hektara ulaşmasına olanak sağlamıştı. Bu büyüme nüfus artışının hayli üzerindeydi. Çok iyi giden hava koşulları da eklenince tarım ürünleri bollaştı, çiftçinin geliri bariz bir şekilde arttı. Tarım kesimindeki bu büyümenin öncülüğünde, ekonomi bir bütün olarak %11-13 gibi hızlı bir oranda büyüdü. yeni yollar ve de hızla yükselen ithal otomobil ve kamyon sayısı daha da etkin bir pazarlama ve dağıtım olanağı sağladı. Demir yolları yapımı ise hemen tamamıyla durdu. Kara yolu taşımacılığına tam geçiş, kamu mülkiyeti taşımacılığından özel mülkiyet taşımacılığına geçiş anlamına geliyordu; çünkü kamyon ve otobüslerin çoğu özel mülkiyetin elinde, demir yolları ise devletin elinde idi. Bütün bu gelişmelere rağmen Türkiye, 1950'li yılların ortalarına kadar ekonomik olarak çok iyi durumdaydı.
Planının getirdiği olumsuz etkiler asıl 1960'lara doğru görülmeye başladı. Bir neden sonuç ilişkisi içinde de günümüze kadar etkileri gelmektedir. Marshall Planı ile ülkemize bedava buğday, çocuklara süt tozu, peynir ve sonucunda “Çocuk Felci” olarak bize geri döndü.
Peki bu bedava buğday ülkemizi nasıl etkiledi? Görünüm olarak sadece bir yardım olarak biliniyordu. Ama Amerika’nın tutumu daha sonraları anlaşılacaktır. Sonuç olarak, Amerika Birleşik Devletlerinin “Marshall Planı” ile ortaya koyduğu yepyeni strateji ülkemizde de hedefine ulaşmıştır. Bu yardım ülkemizdeki sonuçlarına dönersek: Türkiye köylüsü, tüm stoklar Amerikan yardımı ile dolduğundan artık üretemez duruma düşmüştür, 1950'li yıllardan sonra başlayan tarım sektörü işsizliği altmışlı yıllara gelindiğinde hat safhaya ulaşmış, tarımsal alanlardan kentlere akınlar başlatmıştır. Bu hızlı göç daha sonraki yıllarda Türkiye'nin kaderini önceden çizmiş ve toplumsal alanda Türkiye'nin çöküşü olmuştur. Amerikan buğdayları tükenince dışarında ithal edilen buğdayların ekmeğine halkımız çaresiz razı olmaya başlamıştır. Maalesef halen günümüzde bile bunun sonuçlarını görebiliyoruz.