Cevabı en çok merak edilen sorulardan birisi: Nasıl oluyor, tarladaki ürün fiyatı ile marketteki etiket arasında yüzde 400'lere varan fiyat farkı oluşuyor. Nasıl oluyor enflasyonu ateşleyen bu fark bir türlü engellenemiyor.
Her yıl 14 Mayıs'ta 3 milyon işletmesi ve nüfusun yaklaşık 4'te birini istihdam eden tarım sektörü ile ilgili 'Sorunlar ve Çözüm Önerileri' getirilir, ancak sorunlar yumak halinde bir sonraki Dünya Çiftçiler Gününe devredilir.
Üretim kapasitesi, istihdam olanakları dışında tarım ürünleri son dönemlerde Türkiye'nin temel ekonomik barometrelerini de fazlasıyla etkileyen bir unsur haline geldi. Hükümetin Orta Vadeli Programı ve Merkez Bankası'nın istikrar çıpası olarak belirlediği enflasyon hedefleri açısından işlenmemiş gıda fiyatları sapmanın en temel unsuru oldu.
Geçtiğimiz günlerde Türkiye Ziraat Odaları Birliği yayınladığı bir raporda üretici ile market arasındaki fiyat farkının nisan ayında yüzde 416'ya çıktığını ortaya koydu. Yani tarlada 25 kuruş, halde 48 kuruş olan patates fiyatı İstanbul'da bir markette 1 lira 50 kuruş etiketiyle satışa çıkıyor. Yine 25 kuruş olan soğan 1 lira 24 kuruşa, 51 kuruş olan sivri biber 2 lira 22 kuruşa, 42 kuruş olan salatalık 1 lira 80 kuruşa, 58 kuruş olan portakal 2 lira 31 kuruş, 50 kuruş olan patlıcan 1 lira 94 kuruşa, 7 lira olan kuru incir 26 lira 90 kuruşa, 9 lira olan kuru kayısı 31 lira 70 kuruşa, 81 kuruş olan elma 2 lira 82 kuruşa, 1 lira 2 kuruş olan süt 3 lira 40 kuruşa satılıyor. Gıda fiyatlarının tetikleyici etkisini yıllardır Merkez Bankası'nın enflasyon raporlarında yer almasına, Tarım Bakanlığı tarafından koordine edilen 'Gıda Fiyatları izleme komitesi' kurulmasına rağmen, bugün 50 kuruşluk salatalık nasıl oluyor da marketlerde 5 liralara kadar satılabiliyor?
Faiz, fonlama ve fire
Kişisel olarak benim de cevabını en çok merak ettiğim soru bu. Tarlada 50 kuruşa alıcı bulunan bir ürün İstanbul'da bir markette nasıl 5 liraya satılabiliyor? Geçtiğimiz günlerde e-hamal sitesinin de sahibi olan Hakan Sinangil ile bu konuyu uzun uzun konuşma fırsatım oldu. Bir zincir marketlerinin yöneticisi ve yine sektörü çok yakından bilen birkaç dostum ile yaptığım sohbetlerden sonra şöyle bir tablo çıktı karşımıza:
Özellikle ülkemizde kırsal hayatın azalması (son 5 yılda kırsaldan kente göç oranı yüzde 25 / TÜİK-2015) ve 3 milyon kişinin tarımı bırakması sonucu, tarım kesimi üreticileri hem sayı olarak hem sermaye olarak küçüldü. Maalesef bu üreticiler de, ürünün ekim sulama ilaçlama toplama söküm konularında sermaye ihtiyacı arttı.
Türkiye'deki bankaların her ne kadar reklamları çok sık dönse de, teminat olmadığı için tarıma bakışları ve kredi verme iştahları son derece sınırlı kalıyor. Gelişmiş tarım ülkelerinde, Fransa, Hollanda dahil, tarım bankacılığı çok ihtisaslaşmış ve Avrupa'nın en büyük bankalarıyken, Türkiye' de tüm bu kredileri sadece Ziraat Bankası veriyor . Bir başka deyişle, sektörde kredi hacmi çok az ve o da traktör biçerdöver gibi para edebilecek mallar için veriliyor; ana üretim faaliyetini fonlayan kalmıyor. Yalnızca Avrupa Birliği fonlarını alabilenler için en sağlam kredi enstrümanı; ancak, onlara ulaşım da çok zor.
Sektörü kim fonluyor?
Sektörü temel olarak "aracılar" fonluyor. İlk aracı seçkin ürünlerde avans ile, sıra ürünlerde ise ürün tarladayken tüm tarlayı kapatıyor. Bu ilk kişiler, genelde bölgelerde şehirlerde bulunan yerel aracılar ve topladıkları ürünleri kendi şehir hallerine kısmi vade ile satıyorlar. Ürün tarladan yerel hallere giderken, ürünü toplama, sandıklama ve nakliye maliyetleri ve ilk fireleri de bu kişiler üstleniyor. Sonrasında bölge ve büyük şehir halleri devreye giriyor. Bu şehir halinden, örnek Antalya'dan; daha sonra hal esnafı malı yola çıkarıyor ve büyük şehirlere nakliye, yolda oluşan fireyi ve İstanbul'daki dağıtıcıya malı satıyor, nakliye-depolama-yolda ki fireler bu kişilere ait. İstanbul'daki halden, malı nihai noktalara satacak kişi yine kısmi vade veya peşin satın alıyor ve kendi araçları ile manav, restoran, kafe, otel, okullar gibi noktalara dağıtıyor.
Bu son eldeki kişi finansal olarak güçlü olmak zorunda çünkü büyük müşteriler meyve sebzeyi 3 aydan başlayarak- 12 aya kadar çıkan vadelerde ağırlıklı açık hesap alıyorlar. Özellikle İstanbul'da bir kısım restoranlarda yediğiniz salatalığı, karpuzu siz mecburen peşin ödeseniz de toptancıya 12 ay vade ile ödeyen kurumlar var. Yani tarladan 1 liraya kopan ürün, vadeli ticaret ve yolda oluşan aktarma ve fireler ve alacak riski sebebiyle son kullanıcıya 4-5 katına geliyor. Maalesef ticaretimizin en kötü huyu, rekabeti kalite ile değil sadece fiyat ve vade ile yapmamız...
100 kilo parasına 50 kilo ürün
Peki direkt üreticiden alan ulusal zincirler ne yapıyor? Zincir mağazaların yöneticilerinin ifadesi ile 100 kilogram olarak aldıkları domatesin yalnızca 50 kilogramını paraya çevirebiliyorlar, kalanı fire. Her ürünü alamıyorlar, ürünleri sürekli denetleme kontrol etmek için tahlil giderleri çok fazla. Bir de rekabet sebebiyle tavan fiyatları da belli. Sonuç bir kısmı üreticiden veya aracılarından bana kilogramı şu kadar kuruşluk ürün getir diyorlar, yani üreticinin ekim esnasında neredeyse malı en fazla kaça satabileceği belli. Bu sebeple bazıları bu rakama bu iş yapılmaz diyerek tarımı bırakıp şehre göçüyor, bir kısmı ise fiyat belli bari tonaj artsın diye tarlasına her türlü kimyasalı, hormonu dökebiliyor. İstanbul'da çok sayıda restoran, oteli olan bir grubun satın alma direktörünün söylediği gibi, "5 ile 10 yıl arasında peşin para ile bile düzgün meyve-sebze bulamama riski büyük". Dünyanın tarım alanında en kıymetli sayılı topraklarına sahip olmamıza rağmen maalesef vadeli ödeme sevdası herkesi sıkıntıya sokuyor.
Salatalığın tarlasından 50 kuruştan İstanbul'da 5 liraya gelmesinden salatalık sorumlu değil.
Aracılar da tek başına sorumlu değil, sonuçta ticaret yapıyorlar risk alıyorlar,
Marketler de çok sorumlu değil ödedikleri ürünün yarısını paraya çevirebiliyorlar fireleri ve genel giderleri çok,
İstanbul toptancıları da kapı kapı mal dağıtıp aylarca paralarını almaya çalışıyorlar, 3-5 kuruş kar etmek isterken bir alacakları takılırsa misli misli zarar yazıyorlar.
Tüketici ise en masumu, parasını verip alıyor, pazarlık yok, vade yok, parası yoksa zaten ona maalesef salatalıkta yok...
Şampiyon lokantadaki israftan çıkıyor
Fire, gıda fiyatlarının dolayısıyla enflasyonun yükselmesinde en önemli nedenler biri. Özellikle yeme-içme sektörü firenin ikinci büyük ayağını oluşturuyor. Sadece İstanbul'da 500 bin masa olsa, her masaya günde 4 müşteri otursa, bir günde 2 milyon porsiyon salata veya yemek yanı garnitür geliyor. İçeriği belli, salatalık, maydanoz, domates, biber, marul ve soğan. Ancak biliyoruz ki tüketicilerin büyük bölümü önlerine gelen salatanın veya garnitürün büyük bölümüne dokunmuyor. Her ay açıklanan enflasyon raporunda şampiyonluğu bayrak yarışı haline getiren bu ürünler masada ziyan oluyor.
Peki, bu problem nasıl çözülebilir?
Basit birkaç somut öneri,
1) Diğer bankaların teminatsızlık sebebiyle uzak durdukları tarım sektöründe Ziraat kredi veren olmakla birlikte, garanti veren banka da olmalı, tarım bankacılığı sadece reklamda değil, uygulamada da büyük hacimli bir Finansal Pazar haline hemen gelebilir. Bankalar altın karşılığı kredi verdikleri gibi patates karşılığı da finansman yapabilir, patates karşılığı da mevduat ve fon toplayabilir.
2) Çiftçiye hibe, nakit teşvikler ancak belirli kalite ve farklı ürünlere, performans karşılığı verilmeli. Veya bir başka deyişle nakdi teşvik yerine fide, gübre, sulama ekipmanları, tarımsal teçhizat alımı için nakit para değil emtianın kendisi dağıtılmalı. Çiftçi müstahsil dilekçeler ile resmi makamları dolaşmamalı, muhtarlar aracılığı ile gerçek tarım çalışanları tespit edilmeli ve gübre, tohum, ilaçları kendilerine dağıtılmalı. Yine bakanlık, bölgesel olarak da ürün seçimi yapmalı ve tarımsal faaliyetlerde ürün değişikliğine çok gidilmemeli.
3) Türkiye'de tarım, hayvancılık ile uğraşan kişiler, aile işletmeleri vergiden arındırılmalı. Tarım sektörü devlet tarafından para dağıtılan değil, para kazanılan, enflasyonu düşüren, istihdamı arttıran, ihracatı teşvik eden ve halkımızın doğru beslenmesini sağlayan iddialı bir sektör haline getirilmeli.
4) Şehirlerde bulunan yerel hal fiyatları ile İstanbul'da ki satış fiyatları arasındaki makas daralmalı. Burada da, devletin oluşturacağı bir tarım işletme fonu ile, son kullanıcıların satın alabileceği, ürün karşılığı hisse sistemi ile, ulusal zincir mağazalar tarım işletmelerine ortak olabilmeli, en büyük alıcılar yerel ürün borsalarında aktif olurlarsa, gelecekte alacakları ürün tonajlarını bugünden belli olur ise, ürün fiyatlarında ki büyük iniş çıkışlar, spekülasyonlar olmayacaktır.
5) Sadece tarım için değil, son dönem tüm ticaretimizin belini en çok büken vadeli satış sistemi için de çek-senet açık hesap harici bir sistem geliştirilmeli: toptan gıda ürünü alımı yapan müşterilerin kredi risk derecelendirmesi yapılmalı ve bu kamuoyuna açıklanmalı.
Türkiye Gazetesi