Artan nüfusu doyurmak için kullanılan suni gübreler, sebze ve meyvelerin besin değerlerini ciddi oranda azalmasına ve toprağın ölmesine neden oluyor. Prof. Dr. Canan Karatay, meyvelerde bulunan zehirler nedeniyle artık elmaların kurtlanmadığını ifade ediyor
Konvansiyonel tarımda kullanılan pestisitler kadar kimyasal gübreler de tartışma konusu. Konvansiyonel tarımdan organik tarıma geçiş yapan çiftçiler, kullanılan kimyasal gübrelerin toprağı öldürdüğünü ve topraktaki verimi bitirdiğini söylüyor. İç Hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Canan karatay da, geleneksel tarımın terk edilmesi ve gübrelerin topraktaki mineralleri yok edişini 1950’li yılların elmasıyla açıklıyor; “1950’li yıllardaki meyveler vitamin deposuydu. 1950’deki bir elmada 4.5 miligram demir vardı. 1989 yılında yapılan araştırmaya göre ise 26 tane yerseniz 0.18 miligram demir vücudunuza giriyor. Toprak yok oldu. Yapılan araştırmalara göre mekanize tarımdan sonra mineraller azaldı. Nitrat denilen suni gübrelerle toprakta, elmada mineral kalmadı. Böcek ilaçları geldi sonra. Hiçbirinde mineral yok. Hepsi fruktoz dolu. ”
Toprağı çoraklaştırıyor
Suni gübreler üretimin ana damarı toprak için büyük tehlike. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Dilek Anaç, gübrenin topraktaki tahribatını şu şekilde anlatıyor; “Doğal drenajın veya drenaj sistemlerinin bulunmadığı, buharlaşmanın çok yüksek olduğu tarımsal alanlarda rastgele yapılan bir gübreleme ve eşliğinde bilinçsiz sulama topraklarımızın tuzlulaşmasına ve çoraklaşmasına neden olur.”
Mavi bebek hastalığı
Prof. Dr. Anaç’ın gübreler nedeniyle toprakta yaşanan sorunlara verdiği örnek ise patates üretiminin büyük kısmının yapıldığı Orta Anadolu’da 2005 yılında yaşanan patates kanseri. Anaç, tarımsal üretimde kullanılan kimyasal gübrenin sağlığa bire bir etkisine örnek olarak da “mavi bebek hastalığını” gösteriyor; “Ispanak, marul gibi yaprakları yenilen sebzelerin bilinçsiz olarak aşırı bir azotlu gübre ile beslenmesi sonucunda yapraklarda fazla nitrat birikebilir. Fazla nitrat ise sindirim sonucunda nitrite dönüşür. Bu nitrit de hemoglobinle tepkimeye girerek tehlikeli derecede yüksek seviyede methemoglobin oluşmasına sebep olur. Bu oluşan yeni enzim oksijeni kanda hemoglobin kadar iyi taşıyamaz ve bunun sonucunda oksijen alamayan organ, doku, hücreler ve ciltte mavi lekeler oluşur. Yeraltı suyunda nitrat seviyesinin yüksek olduğu kırsal kesimlerde bu hastalığa daha sık rastlanılmaktadır.”
Mide kanseri saptaması
Yeditepe Üniversitesi Genetik ve Biyomühendislik Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Metin Turan da, “Yapılan araştırmalarda yaprakları yenen marul, ıspanak gibi sebzeleri tüketen yetişkinlerde kanserojen etkiye sahip nitrozamin maddesine rastlanılmıştır” diyor. Endüstriyel proseste 1 ton NH3 için 1.3 ton petrol veya buna eşdeğer enerji kullanılması gerektiğini kaydeden Prof. Dr. Turan, gübre kaynaklı kirlilik kapsamında en fazla risk unsuruna sahip olan kirlilik çeşidinin sulardaki nitrat kirliliği olduğunu söylüyor. Turan, ideal koşullarda bile toprağa uygulanan azotlu gübrelerin ancak yüzde 50’sinin bitkiler tarafından kullanıldığını yüzde 10’luk kısmının ise yüzey ve yeraltı sularına karıştığına dikkat çekiyor.
“Kurtlu elma yiyin”
Meyve tüketimine karşı olmasıyla bilinen Prof. Dr. canan karatay, neden meyve tüketilmemesi gerektiğini bir TV programında şöyle anlatmıştı; “İbn-i Sina’ya soruyorlar, ‘Hiç meyve yemeyelim mi’ diye. O da diyor ki, ‘Bir meyve yiyorsanız onun zehrini atmak için 5 kilometre yürümelisiniz’. Meyvenin zehirli etkisi de fruktoz. O zamanki meyveleri düşünün; doğal.. Toprak işlenmemiş, gübre yememiş, tarım ilacı girmemiş. Tabii ki meyve yiyebilirsiniz. Her gün bir meyve yiyebilirsiniz, mevsimsel olsun. Elma yiyecekseniz, kurtlu olsun. Amasya ya da Tokat elması olsun. Çünkü kurt o elmayı yiyebiliyorsa biz de yiyebiliriz demektir. Kurtsuzsa ilaçlıdır demek.”
NBŞ tehlikesi
Karatay’ın dikkat çektiği ‘fruktoz’da asıl tehlike Mısırdan elde edilen ve nişasta bazlı şeker (NBŞ) olarak anılan şekerde. Gıda endüstrisinin kullandığı, hamilelikte şeker yükleme testinin yapıldığı NBŞ için Prof. Dr. Dilek Anaç şunları söylüyor; “Türkiye’de şeker, şeker pancarından elde edilir. Ancak son zamanlarda özellikle mısır nişastasından da şeker elde edilmektedir. Ucuzdur. Nişastadan elde edilen bu şeker fruktozca zengindir ve insulin direncine etki etmediği için insanda tokluk hissi yaratmamaktadır. Karaciğerde fruktoz alkole benzer bir şekilde işlenmekte ve çıkan yan ürünler de alkole benzer etkiler göstermektedir. Bu şekerle karaciğer yağlanır, trigliserit yükselir. Bizim ülkemizde yeterli mısır olmadığı için yabancı ülkelerden GDO’lu mısır alınarak işlenmektedir.”
Organik gıdalar daha mineralli
Konvansiyonel ve organik tarım arasındaki farklar gündeme geldiğinde akla gelebilecek sorulardan biri de; hangisi daha besleyici? Bu konuda da Prof. Anaç’ın TÜBİTAK’la ortaklaşa yürüttüğü bir çalışma var. Anaç, o çalışmanın sonuçlarını şöyle anlatıyor; “1100733 numaralı TUBİTAK projesinde organik olarak yetiştirilen melisaların antimikrobiyal, anti-bakterial ve antifungal etkilerinin konvansiyonel olarak yetiştirilen melisalardan daha yüksek olduğu belirlenmiştir. Organik olarak yetiştirilen nanelerde de antioksidan kapasite ve serbest radikalleri süpürücü etki daha yüksek bulunmuştur. Böylece kalsiyum emiliminin arttığı, damar içi tıkanıklıkların önlendiği biliniyor.
Kanseri önler
Prof. Dr. Turan da, “Çalışmalar, organik ürünlerin konvansiyonel ürünlere oranla daha fazla mineral, C vitamini, karatenod ve antioksidan içerdiğini koymaktadır. Meyve ve sebzelerin önemli karotenoid kaynağı olduğu ve bunların antioksidan olarak kalp - damar hastalıkları, kanser ve diğer kronik hastalıkların engellenmesinde önem arz ettiği rapor edilmektedir” diyor. Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği Başkanı Atila Ertem de Newcastle Üniversitesi’nin geçtiğimiz yıl yaptığı araştırmayla organik üründeki polifenollerin yüzde 18 ile yüzde 69 oranında konvansiyonle göre daha yüksek olduğunun belirlendiğini söyledi.
Milliyet