Domates dünyada yetiştiriciliği ve tüketimi en yaygın bir sebze türü olup, konu uzmanları ve beslenme uzmanlarının haliyle de tüketicilerin ilgi odağındadır. Ancak son aylarda konu hakkında tam olarak bilgi sahibi olmayan kişilerin vermiş olduğu beyanlar tüketicinin aklında soru işaretleri oluşturmaya başlamıştır. Bu tür beyan sahiplerinin genellikle web sitelerinden veya ondan bundan aldıkları yarı doğru, yarı yanlış bilgilere dayanılarak yaptıkları açıklamalardan söz ediyorum; örneğin bundan bir kaç ay önce kardiyoloji uzmanı bir hocamız çıktı basına , "domatesin bir meyve olduğunu ve domatesi sezonunda yiyin onun dışında yemiş olduğunuz domateslerde şeker ve aşırı pestisit birikimi olacağını" ima ederek, halkın domatesi sadece sezonunda tüketmesi konusunda uyardı. Bu uyarının tüketimi olumsuz etkilediğini düşünenlerdenim. Hocamız, ah! Bir bilse...
Mevsiminde yetişen domatesin şekerinin daha yüksek olduğunu, bilse ki açık alanda domates yetiştiriciliğinin örtüaltına göre daha fazla kimyasal kullanım zorunluluğunun olduğunu, bilse ki sera ortamlarında zararlı böcekler ile mücadelede artık avcı böcek kullanıldığını (biyolojik mücadele)! Sera etrafında böcek girişini kısıtlayan tüllerin olduğunu ve zararlılar için fermonlu tuzaklar kullanıldığını, herhalde böyle bir beyan vermezdi! Yapılan araştırmalar domates üzerinde bazı olumsuz etkiler yaratmış olabilir ancak bu genellikle şöyle bilinir "nerde o eski domatesler" ...
Bu domatesin lezzetiyle ilişkilidir. Aslında domatesin şeker içeriğindeki artış, domatese tat ve aroma verir. Konu ile ilgili benimde içinde olduğum bir araştırma, 2012 yılında Science (http://science.sciencemag.org/content/336/6089/1711) dergisinde yayınlanmıştır. Yani domateste bulunan şeker zararlı değildir. Ne kadar fazla olursa o kadar tat, aroma, vitamin ve likopen olur.
Yine malum sebze hakkında geçen gün bir haber daha okudum. Sevdiğim bir spor yazarı "domatesler de aynı değil zaten" başlıklı bir yazıyı kaleme almış ve bu yazıyı yazarken bir kitap okumuş etkilenmiş ve manavdan 10 yıl önce aldığımız domates ile şimdiki domateslerin farklı olduğunu, şimdiki domateslerin içine tuz basılmış olduğu ve vitamin C ve vitamin vitamin A değerinin yok denecek kadar az olduğunu vurgulamıştır. Daha sonra da Instagramda en çok sevdiği şeyin harıl harıl kışlık domates püresi hazırlayanların çektikleri resimler olduğunu yazmış, toprak ve güneşle aynı kazanda domateslerin kaynayınca her halde vitamin değerinin yükseldiğini vurgulamaya çalışmış, anladığım kadarı ile. Önce kötüledik içinde tuz var dedik, yok denecek kadar vitamin A ve C var dedik sonunda bu malzemeyi aldık kaynattık güneş ışığı altında. Yani bu durumda vitamin değeri ne kadar artış gösterdi 10 yıl önce yediğimiz değere ulaştı mı? Yine aynı spor yazarımız farklı bir yazısında, bir bayram ziyaretinde yine domates konu olmuş ve bunu kaleme almış ve anneannelerimizin yediği domateslerde %43 oranında daha fazla vitamin C olduğunu buna karşın yağ, şeker ve tuz oranının yükseldiğini ifade etmiş... Sonunda da EE demiş hani sebze meyve yesek yeterliydi gibi bir ifade kullanmıştır.
O zaman ne yiyeceğiz!
Ah bir bilinse ki gübresiz (tuzlar; potasyum, magnezyum vs.) bir ortamda domatesin yetiştiriciliğinin nerdeyse imkânsız olduğunu, Vitamin C miktarının hem kullanılan çeşit tipine (kiraz domates, salkım domates, köy domatesi vs.) hem de yetiştirme koşullarına göre değiştiğini...
Aslında biz ıslahçıların kasalarında anneannelerimiz döneminde yetiştirilen domatesler halen mevcuttur. Ancak bu tip domatesleri ticari olarak yetiştirmenin hemen hemen imkânsız hale geldiğini bir bilse!
Sonuçta, nüfus artıyor, yetiştiricilik alanları daralıyor, hastalık zararlı sayısı her geçen gün artıyor ve bu hastalık ve zararlılar form değiştirerek, bitkilere her yıl daha fazla veriyor. Biz ne yapacağız?
Anneannelerimizin zamanındaki domatesleri yetiştirmeye mi çalışacağız?
Yoksa verim, kalitesi yüksek ve hastalık/zararlılara dayanıklı domates mi üreteceğiz?
Tüm bu olumsuz yetiştirme koşularına karşı biz bilim adamları daha az pestisit/fungusit kullanarak en yüksek verim ve kaliteli niteliğine sahip olabilecek çeşitleri geliştirmeye devam edeceğiz. Aksi halde bir gün azalan su kaynakları ve yeterince koruyamadığımız topraklarda kısıtlı üretim sonucu açlıkla karşı karşıya kalabiliriz. Ayrıca hem ülkemizde hem de dünyada organik üretim mevcut olup, isteyen kişiler tercihlerini bu yönde kullanmaktadır. Bu nedenle bırakalım toplumun aklını karıştırmayı.
Saygılarımla
Prof.Dr. Hakan AKTAŞ
Süleyman Demirel Üniversitesi
Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü