Toprağından sökülen ağacın öyküsü okuyanları derinden etkiliyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Antalya'da 23 Nisan'da açılışı yapılacak 'Çiçek ve Çocuk' temalı botanik dalındaki Expo 2016 Antalya'nın düzenleneceği alanda incelemelerde bulunmuştu. Erdoğan, o gün İzmir'in Ödemiş İlçesi Bademli'den getirilen 945 yaşındaki zeytin ağacının dikim törenine katılmıştı.
Erdoğan bir asırlık ağacın Antalya'ya yeniden dikim töreninde, "Böyle bir ağaç. İnşallah burada da tutacağına inanıyoruz ve 2015 botanik bahçesinin en önemli zenginliklerinden olacak. Tarihi bugüne, bugünü de yarınlara ulaştıracak. Ya Allah Bismillah diyerek biz de toprağımızı atalım arkasından da cansuyunu" diye konuşmuştu.
Haftalık Haber Dergisi Aksiyon'dan Bünyamin Köseli, dergide ağacın yaşadıklarını kaleme aldı.
İŞTE O YAZI:
Ey okur, benim başıma gelenler, İspanya'da bir ağacın başına gelmiş, ülke ayağa kalkmıştı yıllar önce. Ama benim sürgün edilmem kimsenin umurunda olmadı.
Sevgili okur, benim varlığımdan geçen hafta haberdar oldun. Malumun olduğu üzere bir zeytin ağacıyım ben. Yaşım üzerinden epey bir yaygara koparıldı. Gazetelere, internet sitelerine haber oldum. Bunların hepsini biliyorum. İddialara göre 945 yaşındaydım. Beni, yüzlerce yıllık yurdumdan söküp kilometrelerce uzağa, Antalya'daki Expo 2016 Parkı'na götüren, daha doğrusu sürgün eden zihniyet, yaşımı da tespit etmişti. Kişisel tarihimin, Anadolu'nun fethi olan 1071'le başlaması tesadüf değildi, maksat, mesaj yerini bulsundu! Devlet erkânı, 1071 ruhuyla şanına yakışan bir tören düzenledi ve beni tekrar toprağa dikti. Törende bir tek kurdele eksikti, bunun yerine devlet ricali makamlarının dereceleri sırasınca dibime kürekle toprak attı.
Hatırlar mısın okur, benim başıma gelenler, bundan seneler önce İspanya'daki bin yıllık bir ağacın da başına gelmişti. O ağacı da söküp Fransa'ya götürmüşlerdi. Anıt ağacın başına gelenler bütün İspanya'yı ayağa kaldırmış, doğa koruma dernekleri sokaklara dökülmüştü. Benim sürgün edilmem, birkaç duyarlı insan dışında kimsenin umurunda olmadı sevgili okur. Yakında da unutulup gideceğim, bunun da farkındayım. Şimdi bunları neden mi anlatıyorum sizlere? Tek derdim biraz olsun rahatlayabilmek, yaşadığım travmayı birazcık da olsa atlatabilmek.
Çektiğim sıkıntıları sizlerle paylaşırsam belki de yaralarım kapanır beklentisi içerisindeyim. Taşınırken çok canım yandı çünkü. Köklerimin büyük bir kısmını Bademli kasabasında bıraktım. Hani siz insanların kolu bacağı kopunca nasıl bir acı çekiyorsanız benim için de aynı durum söz konusu. Köklerim çatırdadı, parçalandı; dahası, kolay taşınabileyim diye dallarımı kestiler. Oysa bizim oraların en saygın ağacıydım ben. İzmir Ödemiş ve çevresinde bir namım vardı. Çevre köylerden, kasabalardan sırf beni ziyaret etmeye gelirdi insanlar, yaşıma hürmet ederlerdi. Kadim olana saygı bu toprakların şiarıydı ne de olsa.
Fakat son dönemlerde kulağıma öyle haberler geliyor ki şaşırıp kalıyor, üzülüyorum. Sadece 60 yıllık ömür biçilen bir baraj için 12 bin yıllık tarihi olan Hasankeyf'i feda edeceğinizi duyduğumda şaşırıp kalmıştım mesela. Peki, antik çağın en önemli eserlerinden biri olan Aspendos'un mutfak mermerleriyle restore edilmesine ne demeli? İstanbul'un tarihini 8 bin 500 yıl öncesine götüren liman için meşhur bir siyasetçinizin 'üç beş çanak çömlek' demesi hâlâ kulaklarımda.
Ha bir de Yırca'da türdeşlerimin başına gelenler var, kısa bir süre önce. Benim kadar yaşlı olmasalar da bir asrı deviren zeytin ağaçları vardı aralarında. Binlercesini bir gecede iş makineleriyle söktüler. Sonradan duydum ki mahkeme kararını bile beklememişlerdi. Demek ki insanlık medeniyet olarak 2 bin 600 yıl öncesinden bile geriye gidebiliyormuş. Antik Yunan tarihine merakı olanlar bilir. Milattan önce 600'lerde Solon tarafından hazırlanan anayasada, zeytin ağaçları özel koruma altına alınmış, ağaçlara zarar verenler en sert şekilde cezalandırılmıştı.
Antik Yunan demişken birkaç cümleyle bu coğrafyada zeytin ağacının nasıl bir geçmişe sahip olduğunu anlatsam iyi olur. 'İnsanlık için en faydalı hediye yarışmasında' birinci olarak ben seçilmiş, Atena'ya ödül kazandırmıştım, daha ilk çağlarda. Hem antik Yunan'da hem de Roma'da, krallar sembol olarak en çok beni kullanmıştı. Paraların üzerini benim resimlerimle süslemişlerdi. Başta Kur'an-ı Kerim olmak üzere dört büyük kitap benden bahsediyor; Allah, benim ismimi anarak yemin ediyordu. Hz. Nuh tufanının bitişini temsil eden benim dalımdı. Mecdelli Meryem'in elindeki bakır güğümün içindeki benim yağımdı. Persler Atina'yı işgal ettiklerinde yaktıkları bendim fakat küllerimden doğup yeniden yeşerdim. Bu yüzden halk arasındaki ismim 'ölmez ağacıydı'. Hz. Peygamber'in sofrasına katık olma şerefine yine ben nail oldum.
Neyse, tekrar benim taşınma hikâyeme dönecek olursak. Keşke yaşımı gizleyebilme fırsatım olsaydı da taşınmasaydım anayurdumdan. Bilirsiniz yaşlılar için anayurtları kutsal topraklardan farksızdır. Dünyanın öbür ucunda da olsalar ömürlerinin son günlerini doğdukları topraklarda geçirmek, öldükten sonra o topraklara gömülmek isterler. Hiç unutmuyorum, sinemaya meraklı iki genç, taşınmadan önce benim gölgemde uzun bir sohbete dalmıştı. Gençlerden biri, kısa bir süre önce izlediği filmi heyecanla diğerine anlatıyordu: "İngiliz askerleri, İrlandalıların köylerini basmış, yaşlı bir kadının evini ateşe vermişti. Yaşlı kadın, oğlunun tüm ısrarlarına rağmen köyü terk etmeye yanaşmamış, çiftliğin içindeki kümesi temizlemiş ve orada yaşamaya karar vermişti. Durup durup, ölse de köyünü terk etmeyeceğini söylüyordu yaşlı kadın."
İşte sevgili okur, dalımı budağımı kesip beni halatlarla kaldırarak TIR'a yüklediklerinde ben o yaşlı İrlandalı kadını düşünüyordum. Eğer beni asırlar önce kök saldığım bu topraklardan zorla ayırmasalardı, ben de o kadın gibi doğduğum toprakları asla terk etmezdim. Bin yıldır aynı topraktan besleniyordum çünkü. Her sabah, güneş aynı tepenin arkasından doğup yapraklarımın üzerine vuruyordu. Rüzgâr nereden eser biliyordum, yazına da kışına da alışmıştım buraların. Dallarıma konan göçmen kuşlarla ahbap olmuştum her şeyden öte. Beni arayıp bulmaları imkânsız artık.
İşin daha da vahimi, yeni yerime alışamama ihtimalim var. Yani tekrar kök salamayabilir, ölebilirim. Bir ağacın başka bir yere taşınması bir nevi kesilmesi anlamına gelir. Bir bakıma öylesine yapılmış gereksiz bir ameliyat gibiydi başıma gelenler ve her ameliyatın bir riski vardır. Ben şu an bu riskle yaşıyorum, tekrar yeşerip yeşeremeyeceğim ise meçhul.
Ey okur, yazıyı, Nâzım Hikmet'in yazdığı, merhum Cem Karaca'nın çok güzel söylediği, sizlerin de hâlâ kulaklarında olan Ben Bir Ceviz Ağacıyım Gülhane Parkı'nda şiirini/şarkısını kendime uyarlayarak bitireyim isterseniz: "Ben bir sürgün zeytin ağacıyım Expo Parkı'nda / Ne sen bunun farkındasın / Ne de millet farkında".
Aksiyon